başlı başına, salt aşkın kendi doğasının kaçınılmaz sonucudur. bir aşk yaşamaya başlayan kişinin gözü, aşık olduğu "şey" den başka hiçbir şeyi görmez. yemek yerken, otururken, müzik dinlerken hep o "şey" düşünülür. dolayısı ile, aşkı yaşayan kişi, "kendine yabancılaşır". yine insan, bir iş yaparken de aşık olduğu kişiyi düşünür. konsantrasyonu azalır, yaptığı işteki verim azalır. bu durumda insan, "emeğine yabancılaşır". aşık olan kişi, karakteristik yapısına göre, arkadaşları ile ya daha çok, ya da daha az görüşür. kişi, aşık olduğu kişi ile bir ilişki de yaşamaya başlamışsa, kişinin toplum ile olan ilişkilerinde büyük değişimler gerçekleşir. hani hep deriz ya, "bir hatun buldu iki dakikada sattı bizi", işte bunun gibi bir şey. dolayısı ile, aşkı yaşayan insan, "çevresine yabancılaşır". her aşk, aşktan önce(aö) ve aşktan sonra(as) olarak tanımlanabilir. bir insanın aşık olmadan öncesi ile, aşık olduktan sonrası çok farklıdır. yabancılaşmanın en tabii getirisi olarak, insan, normal devinimsel seyrinden çok daha fazla olan bir değişimi, çok kısa bir zamanda ve çok yoğun olarak yaşar. elbette ki, bu kötü bir şey değildir. hatta iyi bir şey de değildir. aşkın doğası, öyle veya böyle, bu şekildedir. bu durumda insan, elini taşın altına sokmalı mıdır, sokmamalı mıdır, seçim, kişiye aittir.