film gösterime girdiğinden bu yana hayatımıza girmiş olan duygusal faşizmin öteki yüzünü haykıran insanın tepkisidir.
insan olmanın kriteri babam ve oğlum filmine ağlamak ama öte yandan polisin saçını çeke çeke sürüdüğü kadın karşısında sessiz kalmak ise, af edersiniz ama, sıçarım ben öyle insanlığın içine kardeşim. bu filmi ilk kez annem, kardeşim ve ben beraber izledik. tamam, duygusal sahneleri yok değil... kardeşim -ki kendisi son derece sert bir erkektir- birdenbire ağlamaya başladı. ama ben iletişimciyim kardeşim ne yapayım? en duygusal filmlerde oynayan oyuncuların bile içinde bir kolpalık olduğunu, çünkü en nihayetinde insan olduklarını, biliyorum.
axes kızı beynelminel'de oynarken nasıl bir kızdı, eline pompayı alınca nasıl bir paragöze döndü? buna uyanabilecek kaç insan var şu memlekette harbiden esefle kınıyorum!
neyse, kardeşim ağlarken durup "siz niye ağlamıyorsunuz be?" diye tutturmaya başladı. hayır, sanki böyle bir zorunluluk var.
o an gördüm işte insan ilişkilerindeki faşizmin ne olduğunu ve ideolojik ağların bizi ne kadar da tek tipleştirdiğini. ne bu lan? dini bir ritüel mi? bir cd takacaz beraber ağlayacağız, bir cd takacaz beraber güleceğiz, ayağa kalkıp beraber cuma namazına gideceğiz, akşam ezanı okununca da topluca evde olacağız? bu mudur yani?...
nasıl bir tek tipleştirmedir ki bu, duygularımızda bile bizi robotlaştırmaya çalışıyor ve ağlatamadığını ağlayanlar tarafından sorgulatmaya zorluyor... gözümden gelen iki damlayı da sakladım kardeşimden, sırf bu yüzden... evet, çünkü şaşırmalıydı kardeşim, şaşırmalıydı birinin buna ağlamadığını görerek. ille de ağlayacaksanız, ırak'ta bush'un kafasına ayakkabı atan gazetecinin o gece kırılan kolu ve kaburgası için ağlayın.
hatta yürüyün üzerilerine, "bu davranışı yanlış buluyor ve kınıyorum" diye yalakaca çemkiren tüm kalemşörlerden hemen şimdi hesap sorun. ama bir filme ağlayan, ötesinde etliye sütlüye karışmayan insanlığınızla gelmeyin bana. ne olur gelmeyin!