kişinin sevdiği şeyden uzak kalması sonucu hissettiği duygu.
uzak kalınan şey bir eylem olabilir, bir mekan olabilir, bir nesne olabilir veya en kötüsü bir kişi olabilir -ki bu eylemi azı karar, çoğu zarar bir forma sokar.
eğer bu eylemin gerçekleşmesine neden olan bir kişi -hele de sevgili- ise ve bu duygu uzun zamandır ve yoğun bir biçimde yaşanıyorsa artık bunun adı `hasret çekmek` olmaya başlar.
insan; içinden, canından yavaş yavaş bir şeylerin koparıldığı duygusunu tatmaya başlamıştır. içi acır durmadan. dalar gider bir yerlere hep. boş boş bakar gibi görünür ama o sırada canının yarısının nerede olduğunu düşünmektedir. kimi zaman uyur sevdiceğini görür belki diye, kimi zaman da konuşur herhangi bir şeyle `o`nun yerine koyarak. saçının kokusunu, dudaklarının ıslaklığını, teninin sıcaklığını arar hep. asıl acı yanı ise tüm bu arayışların boşa kürek çekmek olduğunu anlamasıdır maalesef. yokluktur özlemek. resimlerde gözünün içine bakıp, çektiklerini anlatmak istercesine kendi kendine erimektir.
anlar ki özlemektir aşkın, sevginin ölçüsü. çektiği `özlem` -veya `hasret`- hırpaladıkça insanı ve devam ettikçe bu aşk/sevgi denen duygular anlaşılamaz bir biçimde o mahrum kalınan kişiye, artık neden ben diye sorular sormaya başlamıştır insan. kimi zaman koca bir sınıfta tek ceza alan ilkokul öğrencisi psikolojisiyle hayata küser, kimi zaman tüm hayata meydan okuyup etrafını komple yakmak ister yaralı yüreğiyle.
kimi zamansa sevdiceğe duyulan özlem `vuslat` ile nihayete erer ki her hasret çekenin yaşaması istenen, enfes olduğu düşünülen, duygudur bu. ancak hayat öyle çetrefilli bir şekilde kurulmuştur ki hasret çekenler için, kimileri süzülerek inen bir uçağı, kimileri geçmek bilmeyen ayları/zamanı ve kimileriyse sadece ölümü bekler vuslat için.