boris vian romanı.
--- (alıntı) ---
wolf okula gitmek istediğini çok iyi hatırlıyordu. bunu bay brul'e söyledi.
- ama, diye devam etti, istemeseydim de gideceğimi eklemem, dürüstçe olur sanırım.
- kesin mi bu? diye sordu bay brul.
- çabuk öğreniyordum, ders kitapları, tüy kalemler, oku çantası ve kağıtlarım olsun istiyordum, bu doğru. zaten ailem de beni evde tutmak istemezdi.
- başka bir şey yapılabilirdi. müzik. resim.
- hayır, dedi wolf.
dalgınca odaya baktı. tozlu bir klasörün üzerinde, acemi bir elin bıyık eklediği, alçıdan eski bir büst duruyordu.
- babam, diye açıkladı wolf, eğitimini çok genç yaşta bırakmış çünkü şartlar böyle gerektiriyormuş. eğitimimi bitirmemdeki ısrarının sebebi buydu. aynı başlamam için olduğu gibi.
- kısacası, sizi liseye verdiler.
- kendi yaşımda arkadaşlar istiyordum. bunun da payı oldu.
- ve her şey iyi gitti.
- bir ölçüde, evet... ama çocuk dünyama hükmeden eğilimlerim daha da geliştiler. bu noktada birbirimizi iyi anlayalım. bir yandan lise beni özgürleştirmişti, çünkü alışkanlıkları, merakları kendi çevrelerinin türevi olan ve çevremdekilerden farklı olan insanlar görmemi sağladı; bu da sonuçta beni bütünden şüphe etmeye ve hepsinin arasından beni mutlu etmeye en elverişli olanları, bir kişilik oluşturmak için seçmeye itti.
- şüphesiz, dedi bay brul.
- diğer yandan, bay perle'ye bahsettiğim farklı karakterleri güçlendirmeme katkı-da bulundu; bir yandan kahramanlık arzusu, diğer yandan fiziksel zayıflık ve ikisinden birine kendimi bırakmaktaki yeteneksizliğimin doğal sonucu olarak, hayal kırıklığı.
- kahramanlık eğiliminiz, sizi ilk sırayı arzulamaya itmiş.
- ama tembelliğim, orada sürekli kalmamı engelliyordu.
- bu da, dengeli bir hayat sağlar. neresi kötü bunun?
- sabit olmayan bir denge.yıpratıcı bir denge. etkili tüm güçlerin geçersiz olduğu bir sistem, benim için daha uygun olurdu.
- daha durağan ne olabilir... diye başladı bay brul... sonra garip bir biçimde wolf'a baktı ve başka hiçbir şey söylemedi.
- iki yüzlülüğüm durmadan artıyordu, dedi wolf kirpiklerini kırpmadan, kendini gizlemek anlamında ikiyüzlü değildim: işimle sınırlıydı.
yetenekli olmak gibi bir şansım vardı, çalışır gibi gözüküyor oysa en ufak bir çaba harcamadan ortalamayı aşıyordum. ama yetenekli insanlar sevilmiyor.
- sevilmek mi istiyorsunuz? dedi bay brul çaktırmamaya çalışarak.
wolf sarardı, suratı tekrar içe kapanmışa benziyordu.
- bunu bir kenara bırakalım. eğitimden bahsediyoruz.
- o halde eğitimden konuşalım.
- bana soru sorun cevaplayacağım.
- eğitiminiz ne yönde geliştirdi sizi? ilk çocukluğunuzu hatırlamakla yetinmeyin rica ederim. tüm bu çabanın sonucu neydi çünkü sizin açınızdan bir çaba ve özen söz konusu oysa bir canlıda düzenli bir alışkanlık uzun süre devam etmişse etkinliğini yitirmez.
- oldukça uzun... diye tekrarladı wolf. ne azap. on altı yıl...kıçım sert bankların üzerinde on altı yıl... on altı dümen ve sürekli erdemlilik yılı. on altı sıkıntılı yıl geride ne kaldı? yalıtılmış, ufak görüntüler... yeni kitapların kokuları, bir ekim resmini yaptığımız yapraklar, uygulamalı çalışmalarda kesilmiş kurbağanın formol kokulu iğrenç karnı, tatile çıkacakları için öğretmenlerinin de insan olduklarının fark edildiği ve sınıfın daha tenha olduğu yılın son günleri. antik sebebini bilmediğimiz tüm o büyük korkular, sınav akşamları... düzenli bir alışkanlık... bununla sınırlıydı... ama biliyor musunuz bay brul, çocuklara on altı yıl süren düzenli bir alışkanlığı dayatmak alçaklık? zaman bozuldu, bay brul. gerçek zaman, eşit saatlere bölünmüş ve mekanik değildir... gerçek zaman özneldir... içinde taşırsın... her sabah saat 7'de kalkın... öğlen yemek yiyip 9'da yatın... asla kendinize ait bir geceniz olmasın... denizin alçalmayı bırakıp durduğu bir an, tekrar yükselmeden önce gecenin ve gündüzün birbirine karışıp eridiği ve nehirlerin okyanusla karşılaşmalarındakine benzeyen bir coşku seti oluşturduğu, dingin bir zamanın var olduğunu hiç bilmezsiniz. on altı yıl gecelerimi çaldılar, bay brul. beşinci sınıfta, altıncı sınıfa geçmemin tek ilerleyişim olması gerektiğine inandırdılar beni... son sınıfta bitirme sınavını vermem gerekiyordu... ardından bir diploma... evet bir amacım olduğunu sanıyordum bay brul... ama hiçbir şeyim yoktu... başlangıcı ve sonu olmayan koridorda, bir embesiller konvoyunda, diğer embesilleri izleyerek ilerliyordum. hayatımızı diplomalarla geçiştiriyoruz. aynı zorlanmadan yutturmak için kapsüllerin içine acı tozlar konulması gibi... görüyor musunuz bay brul, hayatın gerçek tadını sevebilirmişim bunu şimdi anlıyorum.
- bay brul hiçbir şey söylemeden ellerini oğuşturdu, sonra parmaklarını çekip, var gücüyle çıtlattı onları. sevimsiz bir şey diye düşündü wolf.
- işte bu yüzden hile yapıyordum. hile yapıyordum... sadece, kafesin içindeki düşünen kişi olmak için, çünkü orada tepkisiz insanların arasındaydım... zamanından bir saniye bile erken çıkmadım oradan. kuşkusuz boyun eğmiş olduğumu, onlar gibi davrandığımı zannetmiş olabilirler, bu da benim başkasının yargısı kaygımı haklı çıkarıyordu. yine de tüm bu zamanın içinde, ben başka yerde yaşıyordum...
tembeldim, başka şeyler düşünüyordum.
- dinleyin, anlattıklarınızda hiçbir hile görmüyorum. tembel olun veya olmayın eğitiminizi tamamladınız, hem de onur listesinde. başka bir şey düşünmüş olmanız hiçbir şekilde suçlu olduğunuz anlamına gelmez.
- beni yıprattı. okul yıllarından nefret ediyorum çünkü beni yıprattılar. yıpranmışlıktan nefret ederim.
avucunun içiyle masaya vurdu.
- şu eski masaya bakın. eğitimi çevreleyen her şey bunun gibi kirli, tozlu eski şeyler.
bozuk boyaya düşen resim. toz ve sinek pisliğiyle dolu lambalar. her yerde mürekkep.çakıyla kazılmış masalardaki delikler. kurtlarla kaplı doldurulmuş kuşlarıyla vitrinler. pis pis kokan kimya salonları, perişan, havasız jimnastik salonları, avlularda kömür artıkları. yaşlı,budala profesörler. bunaklar. bir bunaklık okulu. eğitim... yaşlılıkları iğrenç... cüzzama dönüşüyor. yüzey yıpranıyor ve altta ne olduğu görülüyor. iğrenç bir madde.
bay brul hafifçe suratını asmışa benziyordu, uzun burnu hafifçe kırıştı.
- hepimiz yıpranıyoruz... dedi.
- evet şüphesiz; ama bu şekilde değil. pul pul dökülüyoruz... bizim yıpranmışlığımız merkezden geliyor. daha az çirkin.
- yıpranma bir kusur değildir.
- kusurdur. yıpranmaktan utanmak gerekir.
- ama, herkes böyle.
- ne önemi var, bunu yaşamış olduktan sonra. ama yaşama yıpranarak başlıyoruz, işte ben buna karşı koyuyorum. bakın bay brul, benim görüş açım basit: havası, güneşi, otu olan bir yer uzun zamandır var, orada hiç bulunmamaktan dolayı pişmanlık duymak gerekir. özellikle gençseniz.
- konumuza dönelim, dedi brul.
- zaten oradayız.
- eğitiminizin arasına sokabileceğiniz hiçbir şeyiniz yok muydu?
- ah... dedi wolf... bunu sormanız haksızlık bay brul...
- niçin? biliyorsunuz, benim için fark etmez.
wolf ona baktı ve gözlerinin önünden bir hayal kırıklığının gölgesi daha geçti.
- evet... özür dilerim.
- yine de bilmem gerekiyor.
wolf başıyla bir evet işareti yaptı ve başlamadan önce alt dudağını ısırdı.
- parçalanmış bir süreçte, önünüzde açıkça duran herhangi bir düzenin basit zevklerinden yararlanmazsanız, bunun cezasını çekmeden yaşayamazsınız. sonrasında da, etrafınızı saran şeyin içine yayılmaktan daha doğal ne olabilir.
- hiçbir şey, ki savınızın da, herkesin değil de sizin aklınızın özelliği olmasına rağmen, ama boş verelim bunu.
- beni, kendilerinin ve kitaplarının tarzıyla aldattıkları, dünyada olası bir durağanlığın varolabileceğine inandırdıkları için öğretmenlerimi suçluyorum. düşüncelerimi belli bir seviyede tanımlanmamış ve onların açısından hiçbir çekişki içermeyen bir seviye dondurmaktan ve beni, bir gün bir yerde ideal bir düzenin varolabileceğine inandırdıkları için.
- iyi ya, bu sizi yüreklendirebilecek bir inanış, sizce de öyle değil mi?
- böyle bir düzene asla ulaşılamayacağı ve bu zevki gökyüzünün nebülözleri kadar uzak olan kuşaklara bırakmak gerektiğini fark edince, bu yüreklenme bir umutsuzluğa dönüşüyor ve asit sülfiriğin baryum tuzlarını çökerttiği gibi, içinize çöküyor. bunu okul konusundan sapmamak için söyledim. baryumda çökelti beyazdır.
- biliyorum, biliyorum. ilgisiz konularda dağılmayın.
wolf kötü kötü baktı adama.
- bu kadar yeter. bu konudan yeterince bahsettim. bu kadarıyla idare edin.
- bay brul kaşlarını çattı. parmakları hafifçe masaya vuruyordu.
- hayatınızın on altı yılı söz konusu ve siz yeterince bahsettiğinizi söylüyorsunuz. üzerinizdeki tüm etkisi bu. konuyu küçümsüyorsunuz.
- bay brul, dedi wolf kelimeleri vurgulayarak, size vereceğim cevabı iyi dinleyin. sizin eğitiminiz palavra. dünyanın en kolay şeyi. kuşaklardan beri insanlar bir mühendisin, bilginin, seçkin insan olduğuna inandırılmaya çalışılıyor. bu durumda ben dalgamı geçerim; kimse buna kanmıyor bay brul, boks öğrenmek matematik öğrenmekten daha zordur. öyle olmasaydı, okullarda cebir sınıflarından çok boks sınıfları olurdu. iyi bir yüzücü olmak, fransızca yazmayı bilmekten daha zordur. öyle olmasaydı, fransızca öğretmenlerinden çok, yüzme öğretmenleri olurdu. herkes diplomalı olabilir bay brul... zaten bir sürü diplomalı var ama dekatlon yarışlarına katılmayı başarabilecekleri bir sayın. eğitimimden nefret ediyorum bay brul, çünkü okumayı bilen çok embesil var: spor gazetelerini yağmalayan ve stad insanlarını yücelten bu embesiller, buna kanmıyorlar. ayrıca bir tarih kitabının üzerinde bunalmaktansa, doğru dürüst sevişmeyi öğrenmek mübahtır.
bay brul çekinerek bir elini kaldırdı.
- sizi bu konuda yargılaması gereken kişi ben değilim. bir kez daha uyarıyorum, konudan sapmayın.
- aşk da diğerleri kadar ihmal edilmiş fiziksel bir etkinliktir, dedi wolf.
- olabilir, ama bu konuya özel bir bölüm ayrılır genellikle.
- iyi, bir daha bahsetmeyiz. artık eğitiminiz, beyin sulanmışlığınız, propagandanız, kitaplarınız, pis kokulu sınıflarınız, otuzbir çeken tembel öğrencileriniz, bok dolu hücreleriniz, sinsi dalkavuklarınız, yeşile çalan normal öğrencileriniz, gösterişçi politeknisyenleriniz, burjuvazinin içine gömülmüş daireleriniz, hırsız doktorlarınız ve dalavereci yargıçlarınız hakkında düşündüklerimi biliyorsunuz artık.... asil kan... iyi bir boks maçını anlatın bana... o da göz boyacıdır, ama yatıştırır hiç değilse.
- sadece aykırılığıyla yatıştırır. eğer öğrenciler kadar boksör olsaydı concours general?in birincisi omuzlarda taşınırdı.
- belki dedi, wolf, ama entelektüel kültürü yaymak yeğlendi. artık beni rahat bırakırsanız çok memnun olacağım.
başını ellerinin arasına alıp bir süre için bay brul?e bakmayı kesti. gözlerini tekrar kaldırdığında bay brul kaybolmuştu, kendini yaldızlı kumdan bir çölün ortasında oturur buldu; her yerden ışık fışkırıyor gibiydi, arkasından büyük bir dalga gürültüsü geliyordu. arkasına dönünce, yüz metre ötesinde denizi gördü, mavi, ılık, temel ve kalbinin coştuğunu hissetti. ayakkabılarını çıkarttı; botlarını, deri ceketini ve kaskını orada bırakıp, ufuk örtüsünü işlemiş olan parlak köpük saçağına kavuşmaya koştu. birden her şey bozuldu, eridi. bir kez daha, girdap, boşluk ve kafesin dondurucu soğuğuna bıraktı yerini.
--- (alıntı) ---
kırmızı ot, boris vian, bölüm xxv