İletişim`de önem arz eden kullanım.
insanlar, kendi çevrelerinde oluşturdukları boş mekanlar yoluyla da, iletişimde bulunurlar. başka insanlarla olan uzaklığımızı ayarlayarak, onlara uzak ya da yakın durarak, bir takım mesajlar iletiriz. sevdiğimiz insanlara yakın durmayı tercih ederken daha az sevdiklerimizle aramızda biraz daha fazla mesafe bulunmasına dikkat eder, hiç tanımadığımız insanlara ise daha da uzak dururuz. kişisel mekanın nasıl kullanılacağı konusunda kişiler arasında bir takım farklılıklar, bulunabileceği gibi, kültürler arasında da bazı farklılıklar vardır (gürkaynak ve le compte, 1977; bayazıt ve diğ., 1977). genelde günümüzdeki batı kültüründe kişisel mekanlar daha büyük, doğu ve akdeniz kültürlerinde kişisel mekanlar daha küçüktür. yani doğulu, akdenizli insanlar -bu arada bizim insanlarımız -batılılara oranla daha az rahatsızlık duyuyor olabilirler. değişen yaşam şartları içinde, insanlarımızın mekan kullanımına ve kalabalığa ilişkin tavırlarının incelenmesinde yarar vardır.
mekanların kullanılış şekli dostluğun bir göstergesi olabileceği gibi statünün de göstergesi olmaktadır. genelde, önde olmak, yüksekte oturmak, yüksek statü anlamına gelir (duck, 1986). krallar, sultanlar, yüksek rütbeli yöneticiler, din adamları, bilginler ve zenginler önde yürürler; yargıcılar, profesörler, yüksek kürsülerde otururlar önde yürümek yüksek statünün işaretidir. ama, önde yürüyenlerle arkada yürüyenler arasında statü farkından doğan bir kopukluk ortaya çıkabilir. çünkü, en azından öndeki kişi ile arkasındakiler, yüz yüze iletişimde bulunmamaktadırlar. statünün yarattığı bu sorun bence bir nasreddin hoca fıkrasında çok güzel bir şekilde irdelenmektedir. nasreddin hoca, eşeğiyle cemaatin önünde gittiğinde onlarla yüz yüze olamadığı, onlara sırtını döndüğü için sıkıntı duymaktadır. cemaatin arkasından yürümesi ise, hocanın statüsü ile bağdaşmaz. hoca bu sorunu, cemaatin önünde giden eşeğine ters binerek çözümler. artık hem öndedir hem de cemaatle yüz yüzedir. bulduğu bu çözüm yoluyla hoca yüksek statülü kişilerle halk arasındaki kopukluğu pek zarif bir biçimde parmak basmıştır (dökmen, 1995, s.30-31).