gerçekler genelde herkesin duymak istediğinden farklı olanlar olduğu için bu durumu ifade eden sözlerin söyleyenin başına bela açacağını anlatan sözdür.
mesela burada söylenemeyecek çok belalı gerçekler vardır. 2x2=4 eşitliğinin her zaman doğru olmadığı gibi.
gerçek söz duyanın başına bela açan sözdür
gençliğinin bir döneminde salaklık ederek günlük tutmuş birçok insanın kolaylıkla kabul edebileceği bir sözdür.
günlük tutmayı salaklık olarak nitelendirmem tuhafınıza gitti biliyorum.
ama ne bileyim, günlük tuttuğum zamanlarda her günün sonuna yazdığım `bugün en beğendiğim söz` hadisesinin başıma açtığı işleri anımsadıkça... bilmiyorum...
bunu iyice kavramak için, sanırım 12 ekim 1996 ile 2003 yılları arasında kalan o süreyi ve o süre içerisinde yaşadıklarımı uzunca bir tartmam gerekli.
bunun için de önce 2 şişe şarap almam gerekli ama şu an ailemin yanındayım. gerçi bir iki bira içmeme alışkınlar ama 2 şişe şaraba da aynı mesafe ile yaklaşabileceklerini pek sanmıyorum.
lisedeydim... şöyle bir söz yazmıştım günlüğüme...
>
insanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar,
oysa ki insanlar, yaşamadıkça yaşlanırlar...
...
çok etkilemişti beni. daha 17 lik bir delikanlı idim. bir anda beynimde bir şimşek çaktı.
etrafımda, kendi yaşamlarını yaşamayan ve bu yüzden solup giden, gözaltı torbaları şişkin, gözlerinin feri kaçmış bir dünya örnek vardı. kimbilir hangi yalana inandırılmışlardı da böyle olmuşlardı. ya da başlarından neler geçmişti. bilmiyorum. bilmediğim yaşamlar hakkında haddimi aşmak da istemiyorum.
bu sözün verdiği gaz ile, kendi kendime bir söz vermiştim. `ilker` dedim kendi kendime, `30 yaşına geldiğinde hiçbir keşken kalmayacak...`
birkaç aksaklık dışında öyle de oldu. içimden nasıl geldiyse öyle yaşamaya alıştırdım kendimi. açıkçası, kendi kendime bu sözü verdiğim için doğru mu yoksa yanlış mı yaptığımı ben bile halen bilmiyorum.
sevdim kız uğruna üniversite yazdım, hatun beni satıp başka üniv. kazandı. ama bilirim, hayatın cesareti ödüllendiren bir yanı da vardır. orada bir sürü dost edindim, bir sürü farklı yaşantı görebildim. sonra da o okulu bırakıp başka bir okulu kazandım... canım gecenin 3`ünde dışarı çıkıp hava mı almak istedi. üşenmedim, yerimden kalktım ve gezindim. bu noktada, toplumsal cinsiyet farklılıklarından dolayı, -ne yazık ki- bir kadından daha şanslı olduğumu kabul ediyorum.
diyelim ki dersteki hocanın salak olduğuna mı kanaat getirdim `hoca bu derste olmaktansa dışarıda top oynamak bana daha mantıklı geliyor` falan dedim. okul uzadı anasını satayım. yoksa eminim ki, o 4 yılda bitiren anasının gözü olanlar, benden zeki falan da değildi. hatta birçoğu salaktı da. bir dünya yalakanın etrafında böyle yaşanmıyordu ulan işte.
sustum... içime gömüldüm... kimse ile konuşmadım pek fazla; tam 3 yıl...
o suskunlukta aşık oldum. hayatımda hiç yapmayacağım şeyleri yaptım o kız için. neredeyse şizofren olma noktasına geldim bir dönem. varoluşçuluğa sardım. sufilik ve zen budacılığı üzerine metinler okudum. sonra bir baktım ki -kaderin bir cilvesi midir ne boktur anasını satayım-, kız da bunlarla ilgili çıktı. kızla doğru dürüst tek kelime konuşmuşluğum da yok ama.
insan -en azından ruhuyla yaşadığı dönemler için-, aşık olduğu zaman konuşmaktan ziyade saçmalıyor ve ezilip büzülüyor bilirsiniz. kız da haklıydı. ben olsam ben de benim gibi bir ezik büzükle konuşmazdım. üzerine bol miktarda saçmalıyordum da. üç kağıtçılık da yapamıyordum o saçma halimde. biraz da erkekliğe mi bok sürdüremedim nedir; aklımı mikeyim, paso kızın gıcığına gidecek şeyler yapıyordum. kafa yok ki işte. suyuna gitsene salak... geç dank etti... ama iş işten geçmişti; çoktan çizmiştik karizmayı... ama yalan olmasın. bu kıza aşıkken gidip başkası ile birlikte de oldum. ne yapayım, bir barda sadece içmek ve sohbet etmek niyetinde olduğum bir hatun `bu gece seni istiyorum` dedi. hem de durduk yere pat diye dedi bunu. çok alkollüydüm. hatırlamıyorum da...
neyse, kız diplomayı aldı gitti... ben de bok var gibi okulu uzattım. sonraları topladım kendimi. zamanla, başka başka şeyler düşünmeye başladım hayata dair. ya da ölüp gittim tüm ölümlüler gibi; ruhumu kaybettim... ne bileyim...
ve yıllar sonra ilk defa... ilk kez içimden geldiği gibi yazabildiğimi hissettim; evet, şimdi, bu akşam...
ama işte başıma bela oldu bu söz:
>insanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar,
oysa ki insanlar, yaşamadıkça yaşlanırlar...
günlük tutmayı salaklık olarak nitelendirmem tuhafınıza gitti biliyorum.
ama ne bileyim, günlük tuttuğum zamanlarda her günün sonuna yazdığım `bugün en beğendiğim söz` hadisesinin başıma açtığı işleri anımsadıkça... bilmiyorum...
bunu iyice kavramak için, sanırım 12 ekim 1996 ile 2003 yılları arasında kalan o süreyi ve o süre içerisinde yaşadıklarımı uzunca bir tartmam gerekli.
bunun için de önce 2 şişe şarap almam gerekli ama şu an ailemin yanındayım. gerçi bir iki bira içmeme alışkınlar ama 2 şişe şaraba da aynı mesafe ile yaklaşabileceklerini pek sanmıyorum.
lisedeydim... şöyle bir söz yazmıştım günlüğüme...
>
insanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar,
oysa ki insanlar, yaşamadıkça yaşlanırlar...
...
çok etkilemişti beni. daha 17 lik bir delikanlı idim. bir anda beynimde bir şimşek çaktı.
etrafımda, kendi yaşamlarını yaşamayan ve bu yüzden solup giden, gözaltı torbaları şişkin, gözlerinin feri kaçmış bir dünya örnek vardı. kimbilir hangi yalana inandırılmışlardı da böyle olmuşlardı. ya da başlarından neler geçmişti. bilmiyorum. bilmediğim yaşamlar hakkında haddimi aşmak da istemiyorum.
bu sözün verdiği gaz ile, kendi kendime bir söz vermiştim. `ilker` dedim kendi kendime, `30 yaşına geldiğinde hiçbir keşken kalmayacak...`
birkaç aksaklık dışında öyle de oldu. içimden nasıl geldiyse öyle yaşamaya alıştırdım kendimi. açıkçası, kendi kendime bu sözü verdiğim için doğru mu yoksa yanlış mı yaptığımı ben bile halen bilmiyorum.
sevdim kız uğruna üniversite yazdım, hatun beni satıp başka üniv. kazandı. ama bilirim, hayatın cesareti ödüllendiren bir yanı da vardır. orada bir sürü dost edindim, bir sürü farklı yaşantı görebildim. sonra da o okulu bırakıp başka bir okulu kazandım... canım gecenin 3`ünde dışarı çıkıp hava mı almak istedi. üşenmedim, yerimden kalktım ve gezindim. bu noktada, toplumsal cinsiyet farklılıklarından dolayı, -ne yazık ki- bir kadından daha şanslı olduğumu kabul ediyorum.
diyelim ki dersteki hocanın salak olduğuna mı kanaat getirdim `hoca bu derste olmaktansa dışarıda top oynamak bana daha mantıklı geliyor` falan dedim. okul uzadı anasını satayım. yoksa eminim ki, o 4 yılda bitiren anasının gözü olanlar, benden zeki falan da değildi. hatta birçoğu salaktı da. bir dünya yalakanın etrafında böyle yaşanmıyordu ulan işte.
sustum... içime gömüldüm... kimse ile konuşmadım pek fazla; tam 3 yıl...
o suskunlukta aşık oldum. hayatımda hiç yapmayacağım şeyleri yaptım o kız için. neredeyse şizofren olma noktasına geldim bir dönem. varoluşçuluğa sardım. sufilik ve zen budacılığı üzerine metinler okudum. sonra bir baktım ki -kaderin bir cilvesi midir ne boktur anasını satayım-, kız da bunlarla ilgili çıktı. kızla doğru dürüst tek kelime konuşmuşluğum da yok ama.
insan -en azından ruhuyla yaşadığı dönemler için-, aşık olduğu zaman konuşmaktan ziyade saçmalıyor ve ezilip büzülüyor bilirsiniz. kız da haklıydı. ben olsam ben de benim gibi bir ezik büzükle konuşmazdım. üzerine bol miktarda saçmalıyordum da. üç kağıtçılık da yapamıyordum o saçma halimde. biraz da erkekliğe mi bok sürdüremedim nedir; aklımı mikeyim, paso kızın gıcığına gidecek şeyler yapıyordum. kafa yok ki işte. suyuna gitsene salak... geç dank etti... ama iş işten geçmişti; çoktan çizmiştik karizmayı... ama yalan olmasın. bu kıza aşıkken gidip başkası ile birlikte de oldum. ne yapayım, bir barda sadece içmek ve sohbet etmek niyetinde olduğum bir hatun `bu gece seni istiyorum` dedi. hem de durduk yere pat diye dedi bunu. çok alkollüydüm. hatırlamıyorum da...
neyse, kız diplomayı aldı gitti... ben de bok var gibi okulu uzattım. sonraları topladım kendimi. zamanla, başka başka şeyler düşünmeye başladım hayata dair. ya da ölüp gittim tüm ölümlüler gibi; ruhumu kaybettim... ne bileyim...
ve yıllar sonra ilk defa... ilk kez içimden geldiği gibi yazabildiğimi hissettim; evet, şimdi, bu akşam...
ama işte başıma bela oldu bu söz:
>insanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar,
oysa ki insanlar, yaşamadıkça yaşlanırlar...