antropolojik verilerin yetersizliği ve yorum farklılıkları gibi nedenlerle insanın dünyada ortaya çıkış tarihi hakkında kesin bir bilgi olmayan çağlar ve dillerdir.
günümüzde bu alanda yaratılış ve evrim kuramı olmak üzere iki temel egemen yaklaşım (açıklama) biçimi vardır. her iki yaklaşım içindeki açıklamalar da belirgin ve apaçık gerçekler olarak kendini göstermemektedir ve yetersiz kalmaktadır. yaratılış kuramı metafizik olarak nitelenir ve geçerliliği tümüyle sorgusuz inanmaya dayanır. evrim teorisi biyolojik dönüşüme dayanır ve kesin kanıtları da her zaman yoktur. bazı durumda kanıtlar benzetmeler ve bulguların kuramsal çerçeveye sokulmasından pek öteye gitmemektedir. evrimci açıklamaya göre, insanın ilk benzerleri antropoid şebekler olarak 20-30 milyon yıl kadar önce dünyada görünmüşlerdir. örneğin proconsul africanus ve kenyapithecus africanus adı verilen yaratıkların 25 milyon yıl kadar önce ortaya çıktığı hesaplanmaktadır. antropolojistler, bulguları anlamlandırarak insanların gelişmesini iki ayak üzerinde yürüyen ve sonra elleriyle araç yapan ve aracı kullanan pekin insanı, java insanı, neanderthal adamı, cromagnon adamına doğru geliştiğini belirtirler. insanı, kendi başına iki ayaklılar veya kara-memelileri türünden biri olduğu kabul etmek ve oradan karakter etmek yetersiz görünmektedir; belki de bunun ana nedeni yaratılışın ötesinde insanın nereden geldiğini bilme arzusundandır. insanın ne zaman dünyada göründüğüyle birlikte, ïletişimin ne zaman başladığı sorusu gelir. buna cevap, mantıksal nedensellik açısından, oldukça kesindir: insanın ortaya çıkışıyla birlikte insanın kendiyle ve fiziksel çevresiyle iletişimi başlamıştır, çünkü insan biyolojik olarak yoğun ve karmaşık bir iletişim ağından oluşmuştur. bu biyolojik iletişim-bütünü aynı zamanda biyolojik-kendini sürdürme çabası nedeniyle, zorunlu olarak kendiyle ve çevresiyle iletişimde bulunacaktır: bu, varoluşun zorunlu bir kuralıdır. bu iletişimin en başlangıç şekli belki de biyolojik yaşamını gerçekleştirme ve sürdürme dürtülerin ve duygularının egemen olduğu bir biçimdir: örneğin, açtır ve bu açlığı duyan insan, hem bu açlığı duyma sürecinde hem de bu açlığı giderme yollarını arama ve bulmada kendi kendiyle ve dış dünyasıyla iletişime girer. aksi taktirde biyolojik varlığını sürdürme olasılığı ortadan kalkar. bunun anlamı oldukça açıktır: iletişim varoluşun zorunlu gereğidir.
insanların ne zaman ve neden birlikte yaşamaya başladığı da kesin olarak belli değildir. ne zaman ile ilgili sunumlar antropolojik bulgularla tahmin edilir. neden birlikte yaşadıkları ise insan kendi fiziksel yapısına ve çevre koşullarına bakarak açıklanır. neden olarak belirtilenlerin başında (a) insan bebeğini uzun zaman bakıma ihtiyaç olması ve bu nedenle eşler arasında uzun seneler birlik gerekliliği varsayımı; ve (b) dış tehlikelere karşı beraberliğe iten zorunluluk gelmektedir. (childe, 1967:16), toplu yaşamla insanlar aralarında günlük faaliyetleri yürütebilmek için amaçlarını, tecrübelerini, istemlerini, ilişkilerini kendilerine ve kendileriyle birlikte olanlara anlatmak ve yürütmek zorundadır. bu da ancak kişiler arası iletişimin sağlanması ve geliştirilmesiyle gerçekleşebilir. dolayısıyla, birlikte yaşayan insanlar, kaçınılmaz olarak, birbirleri arasında kendilerini ve yaşam süreçlerini açıklayan ve iletişen araçlar kullanmış ve anlam iletiminde bulunmuşlardır. her topluluk, bu nedenle kendi arasında, kendi yaşadıkları koşullara göre, kendi dillilerini(sadece kelime ve sözcük kullanımı anlamına değil) geliştirmişlerdir. bu geliştirilen dil, o insan grubunun yaşam koşulları için görevsellik taşır ve diğer gruplarda farklı dillerin gelişmesi olağandır.
ilk insanın ilişki ve iletişimde kullandığı araçlar doğada buldukları taşlar, ağaç parçaları ve kemik gibi doğa tarafından işlenmiş maddelerdir. bu dönemi insanların doğadaki maddeleri işleyerek materyal kültürlerini yaratmaları ve dolayısıyla teknolojik devrimler (toplumsal yapı biçimlerinin gelişmesi ve değişmesi) süreci başlamıştır. bu süreçte, başlangıçta, doğadan kullanılan maddelerin, örneğin yontarak, daha etkin bir şekilde kullanma amaçlı biçimlendirilmesi gelmiştir.
insan iletişiminin gelişmesinde ilk dönemsafha olarak işaretler ve sinyaller çağı olarak adlandırılır. bu çağda, insan-öncesi varlıklar diğerleri gibi iletiştiler. duyular ve sezgiler önemli rol oynadı ve öğrenilmiş iletişim davranışı yok veya minimum seviyedeydi. hockett and ascher (1968) ilk insan iletişim biçimini, ilkel çağırma olarak nitelerler ve the orta/aşağı miocene çağının ormanda ağaçta yaşayan insana benzeyen yaratıklarla (proto-hominoids) başlatırlar. hewes de, diğer uyaranlara cevap olarak verilen, gönüllü istemin kontroluyla yapılmayan, bir `duygusal` çağırma sistemiyle başlatır (hewes, 1973). iletişimin vücut hareketi, itme ve dürtme, vücut kokusundaki değişme gibi iletişimin diğer fiziksel yanları vardır. bu yanlarıyla birlikte, ilk iletişim biçimleri sessel, fiziksel ve jestseldi (sözlü olmayan iletişim). ilk insanın kendi doğa ve insan çevresiyle işaretlerle, oklarla, ağaç mızraklarla, taşlarla ve basit seslerle gerçekleştirilen iletişim tarzı yeruzay bakımından aynı yerdeliğe ve zaman bakımından ise aynı andalığa bağımlıdır.