dingin çınarların gölgelediği sütleğen yeşili küçük derenin kıvrıla kıvrıla sağa sola yatırdığı mağrur vadinin ışıl ışıl çayırlara açıldığı ince patikanın altındaydı hayalin toprak kırmızılığındaki küçük pencereli yassı evi. bahçesinde dans ederdi her gün uzun ve zarif çayır otlarıyla, okumak istiyordu sadece okumak.
sözlük yazarlarından roman girişi
ama gizlice yapmalıydı bunu. çünkü okumaya, okuyana düşman bir sistem vardı önünde.
biri, sütleğenin ne olduğunu açıklamalıydı okura. kim koymuştu bu sütleğeni? (u: swh)
omru boyunca okusa da, adam olsa da, birilerini rahatsiz edecekti okumuslugu. tek sorun sutlegenmis gibi gozukse de, sutlegen daha baslangicti...
okumak istemiş olmanın bile, kendisini nasıl düşüncelere gark ettiğini farkedince içinde ki okuma isteği daha da alevlendi. bir an evvel yola koyulup içinde ki okuma ateşini söndürebileceği adımları atmalıydı.
ben gidiyorum dedi yüzündeki çizgileri derinleşmiş gözleri kısık yüreği törpülenmiş babasına, ahşap kokulu ve tozlu okulun sıcak arkadaşlıklarını hayal ederek kaba elleriyle yazı yazabileceği sınıfı düşünerek. hemen kırmızı çiçekli mor çıkınını hazırlamaya koyuldu babasına sarılma isteğiyle melankolik bir vaziyette.
`şarşırmış o, şaşırmış! ona kalırsa, türk olduğunu anlamak için altmış milyon insanın teker teker kafatasını ölçmemiz lazım!` dedi mahir altaylı.
yıllar geçmiş aradan, döndü geriye, baktı, baktı, baktı...
zaman su gibi akıp geçiyor...
zaman su gibi akıp geçiyor...