büyüklerimizden `aç aç içilir mi` o diye tepki gördüğümüz ama büyük bir susuzlukla uykudan uyanıldığında içmesi iyi hissettiren eylemdir.
ciddi milli duygular barındırmakla beraber türk gencinin okuması gereken belgelerle desteklenen kalın ama bi o kadar da bilgilendirici kitap.
kullanımana bağlı olarak hem samimilik hem de kıroluk anlamı barından sözcük.
insanların sporla kaynaşması amacıyla yerleştirilmiş bir süre sonra çocukların oyuncağı olmuş yaşlı teyzelerin parkları mesken edinmesine neden olan aletlerdir.
abartılmamakla beraber her insanda bulunması gereken duygu.
16 ocak 1906 İstanbul doğumlu Türk mimar müteahhit romancı ve çizgi-roman yazarı. Tarihi serüven ve piyes türünde eserleri ile tanınmış milliyetçi yazardır. 1942 - 1950 yılları arası Beşiktaş Jimnastik Kulübünün başkanlığını yapmış bir spor adamıdır. İstanbul Fen ve Edebiyat fakültesi ve Ankara Hukuk Fakültesinin inşaatlarını üstlenmiştir.Kızıltuğ (1927) Seyyid Battal (1929) Boğaç Han (Tahsin Demiray ile birlikte, 1929) Kaniıoğlu Kanturalı (1929) Boz Aygırlı (1929) Kara Çoban (1929) Küçük Korsan (1930) gibi eserleri ile okurlarına milliyetçi duyguları aşılamış, Malkoçoğlu,Gültekin Seyit Ali gibi karakterleri sinama dünyasına kazandırmıştır.
victor hugo`nun mavi gözlü yunan çocuğu -ki yunanlar mavi gözlü olmazlar pek bize benzer bir görüntüleri vardır- şiirine karşılık milli edebiyata kazandırdığı kin şiiriyle tanınan şairdir.
canladırmaları ve mesajları inatla görmediğine inanılan aslında onların varolduğunu yeni farkeden yönetimin dikkati çekmek için adına başlık açtığı yeni yazar.
akp yandaşlarının yalakalığını bir kez daha gözler önüne seren içler acısı durumdur.
arkadaşıyla girdiği iddaa sonucu soyadındaki `y` harflerinden birini atarak kimliği cemal süreya olmuş genellikle aşk üzerine söz ve şiirleri bulunan şairimizdir.
olmuş ama eksik kalmış durumlarında yazardan alınan 1 oydur.
doğu anadoluda görüldüğünde üzülüp kara düşüncelere boğulma ege tarafında görüldüğünde çocuk gibi sevinme durumudur.
halk arasında boş konuşana söylenilen lakin gerçek değeri pek fazla kişi tarafından bilinmeyen sözdür.
çoğunluk bilmezken akp nin seçim arabasından, izin almadan çaldığı aslını bilmeyenlerin aaa akp nin seçim şarkısı diye tepki gösterdikleri arslanbek sultanbekov`un dombıra isimli çalgıyı kullanarak çaldığı aşağıdaki anlamı (çeviri) barından şarkıdır.
kara kış köyüme gelende
lapa lapa kar yere düşende
dombıramı alırım
yürek sazımı çalarım
kaygılarımı hiç söylenmem.
dombıra sazımı işiten babalar
manasına kulak veren analar
işittiğine akıl yorarak,
yürekleri titreyerek
göz yaşlarını esirgemezler.
ey dombıra, ey dombıra
nogayların derdi sayısız, her gününde
yiğitlerin uyumadığı günlerde
yüreklerini cesaretlendiren
savaşlarda güç veren
görüp geçirmis dombıra
ey dombıra, ey dombıra
kara kış köyüme gelende
lapa lapa kar yere düşende
dombıramı alırım
yürek sazımı çalarım
kaygılarımı hiç söylenmem.
dombıra sazımı işiten babalar
manasına kulak veren analar
işittiğine akıl yorarak,
yürekleri titreyerek
göz yaşlarını esirgemezler.
ey dombıra, ey dombıra
nogayların derdi sayısız, her gününde
yiğitlerin uyumadığı günlerde
yüreklerini cesaretlendiren
savaşlarda güç veren
görüp geçirmis dombıra
ey dombıra, ey dombıra
mehmet akif in milli edebiyatımıza kazandırdığı istiklal marşından sonra en değerli eseridir.
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara?ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle `bu: bir Avrupalı`
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Ostralya`yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel`undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a`mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal`â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te`sis-i İlahi o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun`-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ`nın ebedi serhaddi;
`O benim sun`-i bedi`im, onu çiğnetme` dedi.
Asım`ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr`in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
`Gömelim gel seni tarihe` desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
`Bu, taşındır` diyerek Kâ`be`yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Ebr-i nîsânı açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ`yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin`i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam`ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a`sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif Ersoy
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara?ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle `bu: bir Avrupalı`
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Ostralya`yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel`undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a`mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal`â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te`sis-i İlahi o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun`-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ`nın ebedi serhaddi;
`O benim sun`-i bedi`im, onu çiğnetme` dedi.
Asım`ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr`in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
`Gömelim gel seni tarihe` desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
`Bu, taşındır` diyerek Kâ`be`yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Ebr-i nîsânı açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ`yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin`i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam`ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a`sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif Ersoy
küçükken bakkal amcadan alınan portakallı ve çilekli olmak üzeri iki çeşidi bulunan jöleli kek.
milliyetçi tutumu dolayısıyla televizyonda pek boy göstermesine izin verilmeyen sanatçı.
tarihe ilgi duyanları mutlu edecek durumdur. bir keresinde bize de ilber ortaylı geliyordu. bol köpüklü türk kahvesi içiyorduk. sonrasında beraber tarihin arka odasına konuk oluyorduk. baya ilginç duygulardı yani.
içlerinde izlenilebilecek, benliğe bir şeyler katabilecek olanları varolsa da genel olarak türk gencinin ahlakını bozan kültürümüze karşı olan şeyleri normal gösteren yabancı yapımlardır.iradesi olmayan yahut türklüğü iyi kavrayamamış insanın izlememesi önerilir.
içi dışından büyük doktor ve yol arkadaşlarını zamanda ve mekanda hareket ettiren mavi bir polis kulübesi biçiminde görünen zaman makinesi.
Galiffreyli doktor un maceralarını anlatan en uzun soluklu bilim kurgu dizisi.
Dondurmaya 15 lira vermenin pişmanlığı sonucunda bari sudan tasarruf yapayım düşüncesiyle yapılan davranış.
Yerine göre değişen bazen caminin içindekileri yenilmek, bazende yıllardır bitmeyen camii inşaatının tamamlanması amaçlı namaz özellikle cuma namazı çıkışında çokca duyulan söz.
hapşırınca duyulan söz olup, karşındakini sinirlendirince `geber` e dönüşebiliyor.
güzellik anlayışlarının nasıl olduğunu hala anlaşılmayan yetkililerin caddelerimiz güzel olsun diyerek diktiği berbat bir görüntü oluşturan eylemdir. bazı bölgelerde iklimi dolayısıyla palmiye yetişmediğinden görüntü daha da komik bir hal alır.