bir nazım hikmet ran şiiri.
Büyük insanlık gemide güverte yolcusu
trende üçüncü mevki
şosede yayan
büyük insanlık.
Büyük insanlık sekizinde işe gider
yirmisinde evlenir
kırkında ölür
büyük insanlık.
Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
pirinç de öyle
şeker de öyle
kumaş da öyle
kitap da öyle
büyük insanlıktan başka herkese yeter.
Büyük insanlığın toprağında gölge yok
sokağında fener
penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
umutsuz yaşanmıyor.
---
sokaktaki asık suratlı olarak gördüğümüz insanın şiiri ve şarkısıdır ama pek az insan bunu fark eder.
sömürü olağanca hızıyla devam etmekte ve hayatları karartmaktadır.
tıpkı şiirdeki gibi, "büyük insanlık" 8'inde işe gider ve orada emeği sömürülür. ama bu büyük insanlığın hayalleri vardır; daha doğrusu ona giydirilmiş olan hayalleri. bu "büyük insanlık" bir gün sayısal loto kazanacaktır, değilse işinde başarılı olacaktır ve tıpkı televizyon dizilerinde gösterildiği üzere bir gün havuz başında kahvaltı edecektir... oysa, bu büyük insanlık bir gün mezarlığa baksa; alayı fakirlerin mezarlığı ile kaplıdır; gömülen, ama yaşayan hayaller ile birlikte...
çok fazla içen, sıkça kafayı bulan insanlar için geçerli olan bir durumdur.
bu durumdan tüm sivrisineklerin rahatsız olduğunu bildirmek isterim.
bu durumdan tüm sivrisineklerin rahatsız olduğunu bildirmek isterim.
esasında sevilen adamlar...
ama... bu adamların 2004'te eskişehir'de konserleri vardı, konser saatini yanlış anladığımdan dolayı erkenden gittim. "lan" dedim "bari erken gittim, bir saat daha kalayım ve en önden izleyeyim"... her şey güzeldi. elemanlar doğaldı. o kadar doğallardı ki bizim türkiye'nin 3. sınıf çakma bilek metal gruplarındaki hava bile yoktu bunlarda. en öndeydim erken gittiğimden, 1 metreden izliyordum adamları. buz mavisi bir kot, oduncu gömleği, o kotta da şarap lekesi. her şey son derece doğal... öyle ki, anathema gelip sizinle bir barda içse "lan ana anathema" diyemezsiniz; o kadar ki sadeler...
ama hacı... artık öğrendik entel arabeskinin ne olduğunu. istiyoruz ki bir müzik bizi aynı dozajda transa soksun ama o trans diyarlarında ırzımıza geçmesin. yani ben oturup bu saatte "one last goodbye"ı dinlesem yamulurum, kimse de tutamaz beni. ama oturup bir akın eldes ya da pink floyd dinlesem aynı transa geçerim ama en azından orada kendimi bir miktar özgür hissederim... ayrıca, acının arabesk edebiyatını yapmak ile entelektüellik arasında zerrece alaka da yoktur. biz anadolu insanına has bir sendrom bu. orhan gencebay dinleyince kro oluyorsun, anathema dinleyince doom metalci oluyorsun; açıp sözleri kıyaslasan göreceksin ki zerrece fark da yok aslında.
sanırım sorun biraz da bende galiba... ben bu entel arabeski tribine karşı çıkıyorum artık. evet, hayat hakikaten boktan, günden güne boktanlaşıyor da... ama ne bileyim en azından insan dinlediği müziğin ağzına sıçmamasını istiyor. ulan anathema, çok ağzıma sıçtın; artık seni akın eldes ve pink floyd ile aldatıyorum çünkü onlar beni götürdükleri dünyada özgür bırakıyorlar.
ama... bu adamların 2004'te eskişehir'de konserleri vardı, konser saatini yanlış anladığımdan dolayı erkenden gittim. "lan" dedim "bari erken gittim, bir saat daha kalayım ve en önden izleyeyim"... her şey güzeldi. elemanlar doğaldı. o kadar doğallardı ki bizim türkiye'nin 3. sınıf çakma bilek metal gruplarındaki hava bile yoktu bunlarda. en öndeydim erken gittiğimden, 1 metreden izliyordum adamları. buz mavisi bir kot, oduncu gömleği, o kotta da şarap lekesi. her şey son derece doğal... öyle ki, anathema gelip sizinle bir barda içse "lan ana anathema" diyemezsiniz; o kadar ki sadeler...
ama hacı... artık öğrendik entel arabeskinin ne olduğunu. istiyoruz ki bir müzik bizi aynı dozajda transa soksun ama o trans diyarlarında ırzımıza geçmesin. yani ben oturup bu saatte "one last goodbye"ı dinlesem yamulurum, kimse de tutamaz beni. ama oturup bir akın eldes ya da pink floyd dinlesem aynı transa geçerim ama en azından orada kendimi bir miktar özgür hissederim... ayrıca, acının arabesk edebiyatını yapmak ile entelektüellik arasında zerrece alaka da yoktur. biz anadolu insanına has bir sendrom bu. orhan gencebay dinleyince kro oluyorsun, anathema dinleyince doom metalci oluyorsun; açıp sözleri kıyaslasan göreceksin ki zerrece fark da yok aslında.
sanırım sorun biraz da bende galiba... ben bu entel arabeski tribine karşı çıkıyorum artık. evet, hayat hakikaten boktan, günden güne boktanlaşıyor da... ama ne bileyim en azından insan dinlediği müziğin ağzına sıçmamasını istiyor. ulan anathema, çok ağzıma sıçtın; artık seni akın eldes ve pink floyd ile aldatıyorum çünkü onlar beni götürdükleri dünyada özgür bırakıyorlar.
küçük ama şirin denilebilecek bir bahçesi olan yer. ah oraya masa sandalye atsalar bir de çay olayına girişseler es es'te kitap okuma patlaması yaşanacak ya... neyse.
ortalıkta sürekli dönen "mantık" kelimesini "neye göre mantık?", "hangi mantık?" gibi sorularla irdelediğimizde sorgulamaya değer olabilecek türden bir önerme.
hali hazırda bize öğretilen "ahlak"ın kendisi ataerkilite, inançsal ve en önemlisi iktidarın normları tarafından düzenlenmiş bir olgudur.
bu ahlak bize, bir yandan kaçak elektrik kullanmanın bir yurttaşlık suçu olduğunu öğütlerken "çalacaksan büyük çal" mantığına karşı dürüst olup dik durmayı da öğütler. ama bu defa da devreye "sütten ağzım yandı yoğurdu üfleyerek yiyorum"vari toplumsal bilinçaltımız girdiğinden, küçük çalanları sopa ile kovalarken büyük çalanlara gık diyemeyen pasifize bir ruh haline bürünürüz.
bu bizi sürekli olarak ahlaklı olmak adına vicdani mastürbasyonlar yapan kimseler haline dönüştürür ki aslında biz böyle yaparak sistemin devamını sağlamış oluruz. somutlaştırmak gerekirse, bir dilenciye para vererek onu o kötü durumundan kurtarmış olmayız. onun ertesi gün yine dilenmek için aynı mekanda bulunmasını sağlamış oluruz. bunu yaparak kendi vicdanımızı rahatlatırken bu insanı dilenci haline getiren sistem, biz vicdanımızı rahatlatmamız sayesinde işlemeye devam eder.
hali hazırda bize öğretilen "ahlak"ın kendisi ataerkilite, inançsal ve en önemlisi iktidarın normları tarafından düzenlenmiş bir olgudur.
bu ahlak bize, bir yandan kaçak elektrik kullanmanın bir yurttaşlık suçu olduğunu öğütlerken "çalacaksan büyük çal" mantığına karşı dürüst olup dik durmayı da öğütler. ama bu defa da devreye "sütten ağzım yandı yoğurdu üfleyerek yiyorum"vari toplumsal bilinçaltımız girdiğinden, küçük çalanları sopa ile kovalarken büyük çalanlara gık diyemeyen pasifize bir ruh haline bürünürüz.
bu bizi sürekli olarak ahlaklı olmak adına vicdani mastürbasyonlar yapan kimseler haline dönüştürür ki aslında biz böyle yaparak sistemin devamını sağlamış oluruz. somutlaştırmak gerekirse, bir dilenciye para vererek onu o kötü durumundan kurtarmış olmayız. onun ertesi gün yine dilenmek için aynı mekanda bulunmasını sağlamış oluruz. bunu yaparak kendi vicdanımızı rahatlatırken bu insanı dilenci haline getiren sistem, biz vicdanımızı rahatlatmamız sayesinde işlemeye devam eder.
dışarıdan bakan bir insan için ne kadar iğrenç olursa olsun ömrünün önemli bir bölümü şeker fabrikası lojmanlarında geçen ve sonradan bu fabrikaların bir bir özelleştirildiğini gören bir insanın acı çekmesine neden olan kokudur.
ayrıca o kokuya neden olan şey melastır. fabrika böyle kokmaz.
ayrıca o kokuya neden olan şey melastır. fabrika böyle kokmaz.
akıllı kavimdir.
adamlar bakmış bir muhabbet tüm kavimler batıya kaçıyor. "lan" demişler "dünya yuvarlak, dönüp gelecekleri yer yine burası". "lan o devirde dünyanın yuvarlaklığı mı biliniyordu" dersen, bozma şu güzel muhabbeti.
adamlar bakmış bir muhabbet tüm kavimler batıya kaçıyor. "lan" demişler "dünya yuvarlak, dönüp gelecekleri yer yine burası". "lan o devirde dünyanın yuvarlaklığı mı biliniyordu" dersen, bozma şu güzel muhabbeti.
herkesin deli gibi antidepresan kullanmasına karşı söylenen söz.
şimdi feministler zıplayacak deden neneni neden sopayla kovalıyor falan aslında burada bir teşbih var, hata aramayın. amma da depresyon meraklısı bir toplum olduk lan! kimin canı biraz sıkılsa yok "depresyona girdim", yok "bunalıma girdim" diyerek çıkıyor aradan. hayır, anlamadığım bu depresyon ne menem bir şeymiş ki giren girene. çıkanı da görmüş değilim henüz.
yok 22 yaş bunalımı, yok ergenlik bunalımı, yok 27 yaş bunalımı, yok 30 yaş şeysi, yok antropoz, yok menepoz... lan desenize "aklımızı kaybettik de buna bir bahane uyduruyoruz" diye.
şu sıra benim de canım sıkılıyor. çok feci hem de. kalkıp psikologa gitsem sabahtan akşama kadar herkese çektiği muameleyi bana da çekecek. lan iyice dellenip psikiatriste gitsem, beyin tomografisi falan çektirsem yazacak elime bir cipralex gönderecek oradan beni. 1 hafta ruh gibi dolanacağım o sikindirik ilaçların etkisiyle sonra "lan ne yapıyorum ben" deyip atacağım ilacı çöpe, başka ne bekliyorsunuz ki?
hakikaten kovalardı dedem... nenem deseymiş ki "herif ben depresyona girdim", köyün ortasında falakaya yatırırdı yeminle. dedem deseydi nenem de aynısını yapardı feminist arkadaşlar alınmasın.
eski zamanlarda insanların işleri güçleri varmış. bizimkisi gibi masa başı işler de değil. direk kas gücüne dayanan işler. kas gücüne dayandığı için ne depresyona girecek zamanları ne de bunu düşünmeye fırsatları yokmuş bu kimselerin. bedenen yoruldukları için son derece huzurlu uyuyormuş bu insanlar. tamam, bizim böyle bir imkanımız yok, kabul. şehrin ortasında odun kesecek değiliz. ama bir dakika.
diyorum ki bulun bir sevgili, onunla bazı güzel sporlar yapın, göreceksiniz her şey çok güzel olacak. zaten psikolaga da gitseniz ilk sorduğu soru "bir kız arkadaşın var mı?" değil mi. e buyrun o zaman.
şimdi feministler zıplayacak deden neneni neden sopayla kovalıyor falan aslında burada bir teşbih var, hata aramayın. amma da depresyon meraklısı bir toplum olduk lan! kimin canı biraz sıkılsa yok "depresyona girdim", yok "bunalıma girdim" diyerek çıkıyor aradan. hayır, anlamadığım bu depresyon ne menem bir şeymiş ki giren girene. çıkanı da görmüş değilim henüz.
yok 22 yaş bunalımı, yok ergenlik bunalımı, yok 27 yaş bunalımı, yok 30 yaş şeysi, yok antropoz, yok menepoz... lan desenize "aklımızı kaybettik de buna bir bahane uyduruyoruz" diye.
şu sıra benim de canım sıkılıyor. çok feci hem de. kalkıp psikologa gitsem sabahtan akşama kadar herkese çektiği muameleyi bana da çekecek. lan iyice dellenip psikiatriste gitsem, beyin tomografisi falan çektirsem yazacak elime bir cipralex gönderecek oradan beni. 1 hafta ruh gibi dolanacağım o sikindirik ilaçların etkisiyle sonra "lan ne yapıyorum ben" deyip atacağım ilacı çöpe, başka ne bekliyorsunuz ki?
hakikaten kovalardı dedem... nenem deseymiş ki "herif ben depresyona girdim", köyün ortasında falakaya yatırırdı yeminle. dedem deseydi nenem de aynısını yapardı feminist arkadaşlar alınmasın.
eski zamanlarda insanların işleri güçleri varmış. bizimkisi gibi masa başı işler de değil. direk kas gücüne dayanan işler. kas gücüne dayandığı için ne depresyona girecek zamanları ne de bunu düşünmeye fırsatları yokmuş bu kimselerin. bedenen yoruldukları için son derece huzurlu uyuyormuş bu insanlar. tamam, bizim böyle bir imkanımız yok, kabul. şehrin ortasında odun kesecek değiliz. ama bir dakika.
diyorum ki bulun bir sevgili, onunla bazı güzel sporlar yapın, göreceksiniz her şey çok güzel olacak. zaten psikolaga da gitseniz ilk sorduğu soru "bir kız arkadaşın var mı?" değil mi. e buyrun o zaman.
dünya isimli gezegende her insanın bir tornadan ve kalıptan geçerek şekillendirilmesi, öğütülmesi ile açıklanabilecek bir oluş.
hangimizi öğütülmedik ki?
hangimizi öğütülmedik ki?
çalışanının etinden sütünden faydalanmayı ilke edinen kurumların sistemidir.
nedir bu şimdi? haftada 4 gün tatili saymazsak ayın 26 günü çalışıyorsun zaten. yahu sen hiç mi aşık olmayacaksın, hiç mi kafan bir şeylere bozulmayacak? hayır efendim hiçbir şeye bozulmayacak kafan falan. bizim kurumun kültürüne göre ta vehbi dedemden beri insanlar it gibi çalışır. kabak çekirdeği satarak geldi dedem benim. bak resmi de kurumun tepesinde asılı zaten. başarılı olmak istiyorsan sen de it gibi çalışacaksın sabah akşam. makine olacaksın adeta. şöyle bir off çekerek lavoboya kaçma lüks(!)ün dahi olmayacak. 50 yaşına geldiğinde de altında bir araba bir de ev olacak; nah buna da yaşamak diyeceksin...
brave new world...
nedir bu şimdi? haftada 4 gün tatili saymazsak ayın 26 günü çalışıyorsun zaten. yahu sen hiç mi aşık olmayacaksın, hiç mi kafan bir şeylere bozulmayacak? hayır efendim hiçbir şeye bozulmayacak kafan falan. bizim kurumun kültürüne göre ta vehbi dedemden beri insanlar it gibi çalışır. kabak çekirdeği satarak geldi dedem benim. bak resmi de kurumun tepesinde asılı zaten. başarılı olmak istiyorsan sen de it gibi çalışacaksın sabah akşam. makine olacaksın adeta. şöyle bir off çekerek lavoboya kaçma lüks(!)ün dahi olmayacak. 50 yaşına geldiğinde de altında bir araba bir de ev olacak; nah buna da yaşamak diyeceksin...
brave new world...
bir ara gündeme gelmiş olan ancak çok takılmadığı gözlemlenen yasak.
ilk duyulduğunda insana şaka gibi gelmişti zaten. artık ögb ile öğrenciler arasında fakülte tuvaletlerinde tuhaf bir "mahmut hoca" geyiği mi yaşanır, çalı çırpıların arasında kamufle halde sigara mı içilir, stres atmak için fight club tadında işlere mi girişilir bilinmez ama son derece trajikomik görüntülerin yaşanacağı kesin.
ilk duyulduğunda insana şaka gibi gelmişti zaten. artık ögb ile öğrenciler arasında fakülte tuvaletlerinde tuhaf bir "mahmut hoca" geyiği mi yaşanır, çalı çırpıların arasında kamufle halde sigara mı içilir, stres atmak için fight club tadında işlere mi girişilir bilinmez ama son derece trajikomik görüntülerin yaşanacağı kesin.
geç kalmış bir incelemedir.
her açıdan bir ponzi (saadet zinciri) kokan bu oluşumun sonunda gözden geçirilmesi elbette iyi bir gelişmedir ancak biraz geç kalındı. çarpan çarptı çünkü. yok burada bal üretiyoruz, yok şurada süt sağıyoruz. ulan adreste birkaç çiftlik göstermişler bir allah'ın kulu da bilmiyor bu çiftlikler nerede? öte yandan bu işletmenin adresi niye kıbrıs kardeşim?
her açıdan bir ponzi (saadet zinciri) kokan bu oluşumun sonunda gözden geçirilmesi elbette iyi bir gelişmedir ancak biraz geç kalındı. çarpan çarptı çünkü. yok burada bal üretiyoruz, yok şurada süt sağıyoruz. ulan adreste birkaç çiftlik göstermişler bir allah'ın kulu da bilmiyor bu çiftlikler nerede? öte yandan bu işletmenin adresi niye kıbrıs kardeşim?
kültürle alakası olmayan mekan. paso içki var yahu ne kültürü?
tamam, ben de çok sıkı içerim, alkolsüz bir hayat düşünemem mesela ama bu nasıl bir tezattır? hayır, neyin kültürü yahu bu?
ortada bir kültür var da ben mi öküzüm de göremiyorum?
mekana ilk kez arkadaşlarımla eskişehir'de gittim. bundan birkaç sene önceydi. içeriye girdiğimde entelektüel bir mekan bulacağımın sevincindeydim; belki kısık bir müzik eşliğinde biramı yudumlayarak kitabımı okuyabileceğimi ya da dostlarımla hararetli sohbetler edebileceğimi düşlediğim jakoben tarzı bir mekan... ama yanılmışım.
90'lı yılların ortalarından bu yana leman okuyan bir insan, bu derginin ismi altında açılan bir mekandan hafif bir özgünlük bekliyorsa kimse bunda bir kusur aramamalı. yahu siz değil misiniz yıllarca işçilerin ezilmişliği ile ilgili karikatürler çizen, hükümeti eleştiren, filistin'in yanında olan? yani demek istiyorum ki bu beklentiyi ben kıçımdan uydurmadım, siz yarattınız bu beklentiyi... ayrıca leman adı altında rock bar açmanın gereği yoktu; zaten bir sürü rock bar var memlekette.
kaldıki rakı bile yok. neymiş efendim rakıyı herkes kaldıramıyormuş. içen sapıtıyormuş. böyle demişti sorduğumda garson... iyi o zaman, o çizdiğiniz işçilerden biri geldiğinde absolut verin olsun bitsin.
ha şunu da şiddetle vurguluyorum yeri gelmişken, şu memlekette kısık sesli müziğin olduğu, içeride kitap ya da gazete okunabilecek, yeri geldiğinde tartışılabilecek pub eksikliği var. paranız varsa açın şöyle bir mekan. biz de gelip müdavim olalım.
tamam, ben de çok sıkı içerim, alkolsüz bir hayat düşünemem mesela ama bu nasıl bir tezattır? hayır, neyin kültürü yahu bu?
ortada bir kültür var da ben mi öküzüm de göremiyorum?
mekana ilk kez arkadaşlarımla eskişehir'de gittim. bundan birkaç sene önceydi. içeriye girdiğimde entelektüel bir mekan bulacağımın sevincindeydim; belki kısık bir müzik eşliğinde biramı yudumlayarak kitabımı okuyabileceğimi ya da dostlarımla hararetli sohbetler edebileceğimi düşlediğim jakoben tarzı bir mekan... ama yanılmışım.
90'lı yılların ortalarından bu yana leman okuyan bir insan, bu derginin ismi altında açılan bir mekandan hafif bir özgünlük bekliyorsa kimse bunda bir kusur aramamalı. yahu siz değil misiniz yıllarca işçilerin ezilmişliği ile ilgili karikatürler çizen, hükümeti eleştiren, filistin'in yanında olan? yani demek istiyorum ki bu beklentiyi ben kıçımdan uydurmadım, siz yarattınız bu beklentiyi... ayrıca leman adı altında rock bar açmanın gereği yoktu; zaten bir sürü rock bar var memlekette.
kaldıki rakı bile yok. neymiş efendim rakıyı herkes kaldıramıyormuş. içen sapıtıyormuş. böyle demişti sorduğumda garson... iyi o zaman, o çizdiğiniz işçilerden biri geldiğinde absolut verin olsun bitsin.
ha şunu da şiddetle vurguluyorum yeri gelmişken, şu memlekette kısık sesli müziğin olduğu, içeride kitap ya da gazete okunabilecek, yeri geldiğinde tartışılabilecek pub eksikliği var. paranız varsa açın şöyle bir mekan. biz de gelip müdavim olalım.
amaç skoru acilen öğrenmek olduğunda kanala sayıp sövmeye neden olan hadisedir. eğer bir de olunan ortamda internet yoksa yeme de yanında yattır.
elazığ pertek yolu üzerinde, keban barajı kıyısında bulunan iskele. bu iskeleden pertek'e, sabah 8 akşam 8 arası, 30 dakikada bir feribot kalkar. her mevsim lezzetli tatlı su balıkları bulunur. ister orada yersiniz, ister taze olarak satın alıp evde pişirirsiniz. içmek için güzel mekandır. arabanız varsa yanınıza mangal ve içki alıp gidebileceğiniz yerdir. et götürmeyin. balık alıp pişirin orada direk. isteğe bağlı olarak, ücret almadan temizliyorlar balığı.
çocuk zihninde gerçeklik yanılsamasına neden olan, 3. kattan "pikaçuuu" diye atlayan çocuklara tanık olmamıza neden olan kurallardır.
çağımızın en tehlikeli hastalıklarından biri olan şizofreniye de hatırı sayılır katkıları vardır bu kuralların. 4 yaşındaki bir çocuğun zihnine, uçurumdan düşüp sonra kalkıp tekrar koşmaya başlayan bir karakterin yapacağı tahribat kadar ne tehlikeli olabilir ki?
çağımızın en tehlikeli hastalıklarından biri olan şizofreniye de hatırı sayılır katkıları vardır bu kuralların. 4 yaşındaki bir çocuğun zihnine, uçurumdan düşüp sonra kalkıp tekrar koşmaya başlayan bir karakterin yapacağı tahribat kadar ne tehlikeli olabilir ki?
edirne'nin enez ilçesinin düşman işgalinden kurtarılmasının yıl dönümünde düzenlenen resmi törenlerde tören alanından avcıların vurdukları domuzların geçirilmesi şeklinde ortaya çıkan olay.
şimdi benim anlamadığım vakti zamanında insanlar bu vatanı domuz avlayarak mı kurtardı düşmandan? oturup hayvanseverlik duyarı kasmak istemiyorum ama domuz vurmakla vatanı kurtarmak arasında ne gibi bağ kurdunuz arkadaşlar ben çözemedim algıyı.
şimdi benim anlamadığım vakti zamanında insanlar bu vatanı domuz avlayarak mı kurtardı düşmandan? oturup hayvanseverlik duyarı kasmak istemiyorum ama domuz vurmakla vatanı kurtarmak arasında ne gibi bağ kurdunuz arkadaşlar ben çözemedim algıyı.
tsk'da yayınlanan bir genelge ile askeri hayata giren düzenleme.
bu saçma durumu nasıl anlatsam bilemiyorum ama anladığım kadarıyla olay şöyle gelişmiş. efendim bir komutan bir askere oğlum demiş asker de "Bana "oğlum" demekle, annemle ilişkiye girdiğin anlamı çıkıyor. Böyle bir hakareti kabul edemem" demiş, olay büyümüş, genelkurmay da askeri haklı bulmuş ve birliklere askerlere oğlum, yavrum, evladım gibi kelimeleri söylemeyin diye emir göndermiş.
yahu uğraşacak başka işiniz yok mu sizin bir deli kuyuya taş atmış işine dönmüş bu. o zaman biz de dışarıda arkadaşlarımıza kardeşim demeyelim, kimse sevdiği kadına yavrum demesin... ne lan bu?
bu saçma durumu nasıl anlatsam bilemiyorum ama anladığım kadarıyla olay şöyle gelişmiş. efendim bir komutan bir askere oğlum demiş asker de "Bana "oğlum" demekle, annemle ilişkiye girdiğin anlamı çıkıyor. Böyle bir hakareti kabul edemem" demiş, olay büyümüş, genelkurmay da askeri haklı bulmuş ve birliklere askerlere oğlum, yavrum, evladım gibi kelimeleri söylemeyin diye emir göndermiş.
yahu uğraşacak başka işiniz yok mu sizin bir deli kuyuya taş atmış işine dönmüş bu. o zaman biz de dışarıda arkadaşlarımıza kardeşim demeyelim, kimse sevdiği kadına yavrum demesin... ne lan bu?
kış aylarında araçların buzlanan camları çözmek için son derece etkili bir yol.
boş bir sprey şişesinin 1/3'ünü sirke, geri kalanını su ile doldurup buzlanan kısma püskürtmek yeterli. buz da hemen çözülüyormuş böyle yapınca. üstelik sirke araca zarar da vermiyor.
boş bir sprey şişesinin 1/3'ünü sirke, geri kalanını su ile doldurup buzlanan kısma püskürtmek yeterli. buz da hemen çözülüyormuş böyle yapınca. üstelik sirke araca zarar da vermiyor.
limondan daha fazla vitamin alabilmek ve daha aromalı kullanabilmek için uygulanan yöntem.
derin dondurucudan çıkarılan limonu rendeleyince ortaya pastahane limonatası tadında yoğun bir aroma çıkıyor. bence gayet başarılı.
derin dondurucudan çıkarılan limonu rendeleyince ortaya pastahane limonatası tadında yoğun bir aroma çıkıyor. bence gayet başarılı.
hindistan'da gerçekleşen ilginç olay.
bir hapishanenin bahçesinde bulunan çiçekleri yiyen 4 eşek tam 4 gün boyunca hapis cezasına çarptırılmış. bunun abuk sabuk geleneklerle alakası olduğunu düşünüyor insan da olm ne uzatıyorsunuz lan; eşek eşekliğini yapmış ben olayda bir suç göremedim. bu arada eşek ve suç...
bir hapishanenin bahçesinde bulunan çiçekleri yiyen 4 eşek tam 4 gün boyunca hapis cezasına çarptırılmış. bunun abuk sabuk geleneklerle alakası olduğunu düşünüyor insan da olm ne uzatıyorsunuz lan; eşek eşekliğini yapmış ben olayda bir suç göremedim. bu arada eşek ve suç...
keşfini Ege Üniversitesi Botanik Bahçesi ve Herbaryum Araştırma ve Uygulama Merkezi Öğretim Üyesi Doçent Doktor Hasan Yıldırım'ın yaptığı, izmir yöresine ait bir bitki türü.
Peucedanum guvenianum Yıldırım ve Duman adı verilen bitkiye bilimsel adı ile eferezenesi denilecekmiş. yalnız şöyle bir sıkıntı var, keşfedilen bu tür aynı zamanda yok olma tehlikesi ile karşı karşıya.
Peucedanum guvenianum Yıldırım ve Duman adı verilen bitkiye bilimsel adı ile eferezenesi denilecekmiş. yalnız şöyle bir sıkıntı var, keşfedilen bu tür aynı zamanda yok olma tehlikesi ile karşı karşıya.
kocaeli'de gerçekleşen bir dolandırıcılık türü.
efendim, adamın biri bir börekçinin böreklerini çok sevmiş. girdiği börekçide "ben istanbul'dan fetö operasyonu için geldim" diyerekten atıp tutmuş, yediği böreklerin parasını da vermemiş. en sonunda börekçi vaziyetten kıllanmış ve gerçek polisleri arayıp durumu bildirmiş.
efendim, adamın biri bir börekçinin böreklerini çok sevmiş. girdiği börekçide "ben istanbul'dan fetö operasyonu için geldim" diyerekten atıp tutmuş, yediği böreklerin parasını da vermemiş. en sonunda börekçi vaziyetten kıllanmış ve gerçek polisleri arayıp durumu bildirmiş.
nasıl oldu da gözlerden kaçtıysa bir şekilde türetilmiş olan şarkı.
yalnız bu işin sonunda patlayan herkes mi olacak yoksa şarkıyı yazan Ramazan A.'yı mı yakacak göreceğiz. polis şimdi bu şarkıyı sosyal paylaşım sitelerine yükleyen bu şahsın peşinde.
yalnız bu işin sonunda patlayan herkes mi olacak yoksa şarkıyı yazan Ramazan A.'yı mı yakacak göreceğiz. polis şimdi bu şarkıyı sosyal paylaşım sitelerine yükleyen bu şahsın peşinde.
rtük var diye böyle yapan kadındır. ama her ne hikmetse ideolojik aygıt ya bu televizyon. sırf bu yüzden bu davranışı gerçek hayata entegre eden kadınlara ne demeli?