blizzard firmasının yaptığı, dünyada çok ünlü olmuş, fantastik dünyası muhteşem, kitapları ve mangaları çıkmış bir bilgisayar oyunudur. warcraft orcs & humans,warcraft 2 tides of darkness ve buna ek paket olarak warcraft 2 beyond the dark portal,warcraft 3 reign of chaos ve buna ek paket olarak warcraft 3 frozen throne adlı 3 strateji ve world of warcraft ve buna ek peket olarak world of warcraft burning crusade ve yeni çıkıcak ek paketi world of warcraft wrath of the lich king adlı mmorpg yani online oyunu vardır.
pangea, dünya üzerinde yaşam başladıktan sonra bütün kıtaların bir ada gibi birleşik halde bulunmasına verilen addır. pangea daha sonraki zamanlarda ikiye bölünmüş olup en son günümüzdeki 7 kıtadan oluşan halini almıştır.
ağrılarınızı 10 dk gibi kısa bi sürede kesen mucizevi ilaç.
uzun süreli mal olabilme hali.
insanda dokunma, kurcalama hissi uyandıran, kişiyi sevimli yapan saç türüdür.
kâtip çelebi (1608-1656) tarih, coğrafya, bibliyografya ve biyografya ile ilgili çalışmalar yapmış osmanlı bilim adamı ve aydını.
hızla kaçılması gereken insan tipinin cümlesidir. tepesinde sürekli kara yağmur bulutu dolaşır bunların.
doğup yaşadığı yerleri özlemek.
feleğin alevli çemberinden atlayan bir aslan misali bir anlık sendelemeyle yelesi yanma ve köşeye geçip hayata tavır takınma durumudur. er kişinin, yürüdüğü yolda yeteri kadar sağlam bastığı adımlarla deli dolu ilerlerken akreple yelkovan arasına örülen ağları görememe ve onlara takılarak artık pes etme sürecine girmesidir. nefes alamama alsa bile aldığı nefesten haz almamaktır.
örnekleyecek olursak daha hemen hemen yolun başında olan bir gencin çarpık bir eğtitim sistemiyle hayatının ve tüm etik değerlerini okuma üzerine kurması, yarış atı sendromuna derinden kapılması başlıcasıdır. ilk okulda açı bulmayı öğrenir geometride, lisede o açının sinüsünü formülle hesaplamasını öğrenir. üniversiteye geldiğinde ise bunu onun için yapacak hesap makinasının varlığını keşfeder. oysa sin 75i hesaplamak için, hesaplanmasını öğrenmek için yıllarını vermiştir ancak çok fonksiyonel bir makinanın saniyenin onda birinde bu işlemi yapabildiğini görmektedir. aslında gördüğü başlı başına bu değildir, kapitalist düzende türlü türlü galeyana getirilen, en güzel dönemlerde, beynini körpecikken kullanması gereken yaşlarda uğraştığı boş işleri farketmektir. tek öğrenebildiği vatan sevgisidir, oda atalardan öğrenilegelmişlik ve ailenin eğitimiyle gerçekleşmektedir. [~ilgili çağrışım~ (bkz: devlet ile vatan arasındaki ince çizgi)]. işbu sebeplede yaşı ilerlese bile tek kalan şey bu güçlü bağdır. ancak vatanının hal ve tutumu, yani " gaflet ve dalalet" mesuplarının oyunları; hindistanda olduğu kadar olmasada, boş bilgilerle dolu bir sistemde, biraz daha yüksek not alarak kendini geriştirmeden ziyade ezberci eğitime katkıda bulunmak... sanırım bunu yazması hatta ve hatta okuması bile yeterince yormaktadır.
nedir ezberci eğitim; ezberci eğitim açık ve net olarak geri kalmış ülkelerde, sözde bir ilerleme ve medeniyete adım adım yaklaşabilme gayesiyle avutulan körpecik bedenlere, dünyanın temel çarkları tarafından uygulanan diş kırma yöntemi, ağacı yaşken çürütme biçimidir. daha başka bir deyişle yurdum gençliğini bitirmek ve gereksiz bilgilerle, medeniyet altında sunulan geriletici fikirleri empoze etmektir.
peki neden yorar bu eğitim; bu eğitimin yorma sebebi aslında çok açıktır ispatıda şöyledir; 21 yaşında bir genç düşünüyoruz üniversitede eğitim hayatına devam ediyor. kaç yaşında başlamış eğitime 7, kaç yaşında 21.. 21-7= 14 yıl yapar... 14 yılın, 8 yılı ilk öğretim, 4 yılı orta öğretim ve, şimdilik 2 yılı üniversite olduğunu baz alırsak, 12 yılda öğrendiği absürd bilgileri 2 yıllık kavrama becerisiyle çürütmüş ve değiştirmiştir. basit bir denklemle 14'e yüzde yüz dersek bunun 12 yılı yüzde 85 yaparki bu ürküten bir rakamdır. ancak tabiki bu 12 yıllık eğitimde oluşan eğitim ve öğrenim temeli boşa geçmemiştir, ancak üzerine çıkılan katlar temelin sağlamlığını gölge düşürmüş ve binayı komple yıkılma tehlikesi altına almıştır. (bkz: ikiz kuleler)...
işte tüm bu gerçekler karşısında; ülkesindeki gençliği görüp; en cahilinden en alimine kadar gözlemyebilme yetisine sahip herkesin göreceği bu farkında olmadan üzerimize uygulanan kapitalizmin getirdiği emparyalist akım, ülkemin taze beyinlerine gün ve gün çelme çakmaktadır. şu ana kadar yıkılmamasının tek sebebi bir yürek olabilme başarısı olsa dahi, artık bu oyunlara yenik düşmek üzere olan bireyin sarfettiği cümledir. ve direkt olarak dostuna söyler, çünkü bu oyunlar karşısında tek yürek olabilmek istemekte, herkesin bilinçlenmesini kendine düstur etmektedir. yorgunum dostlarım yorgunum artık...
meraklısına ;
(bkz: hindistan eğitim sistemi)
(bkz: kapitalizm)
(bkz: emperyalizm)
(bkz: ikiz kuleler)
(bkz: bir yürek olabilme başarısı)
self ayar;
(bkz: klavye kahramanı)
örnekleyecek olursak daha hemen hemen yolun başında olan bir gencin çarpık bir eğtitim sistemiyle hayatının ve tüm etik değerlerini okuma üzerine kurması, yarış atı sendromuna derinden kapılması başlıcasıdır. ilk okulda açı bulmayı öğrenir geometride, lisede o açının sinüsünü formülle hesaplamasını öğrenir. üniversiteye geldiğinde ise bunu onun için yapacak hesap makinasının varlığını keşfeder. oysa sin 75i hesaplamak için, hesaplanmasını öğrenmek için yıllarını vermiştir ancak çok fonksiyonel bir makinanın saniyenin onda birinde bu işlemi yapabildiğini görmektedir. aslında gördüğü başlı başına bu değildir, kapitalist düzende türlü türlü galeyana getirilen, en güzel dönemlerde, beynini körpecikken kullanması gereken yaşlarda uğraştığı boş işleri farketmektir. tek öğrenebildiği vatan sevgisidir, oda atalardan öğrenilegelmişlik ve ailenin eğitimiyle gerçekleşmektedir. [~ilgili çağrışım~ (bkz: devlet ile vatan arasındaki ince çizgi)]. işbu sebeplede yaşı ilerlese bile tek kalan şey bu güçlü bağdır. ancak vatanının hal ve tutumu, yani " gaflet ve dalalet" mesuplarının oyunları; hindistanda olduğu kadar olmasada, boş bilgilerle dolu bir sistemde, biraz daha yüksek not alarak kendini geriştirmeden ziyade ezberci eğitime katkıda bulunmak... sanırım bunu yazması hatta ve hatta okuması bile yeterince yormaktadır.
nedir ezberci eğitim; ezberci eğitim açık ve net olarak geri kalmış ülkelerde, sözde bir ilerleme ve medeniyete adım adım yaklaşabilme gayesiyle avutulan körpecik bedenlere, dünyanın temel çarkları tarafından uygulanan diş kırma yöntemi, ağacı yaşken çürütme biçimidir. daha başka bir deyişle yurdum gençliğini bitirmek ve gereksiz bilgilerle, medeniyet altında sunulan geriletici fikirleri empoze etmektir.
peki neden yorar bu eğitim; bu eğitimin yorma sebebi aslında çok açıktır ispatıda şöyledir; 21 yaşında bir genç düşünüyoruz üniversitede eğitim hayatına devam ediyor. kaç yaşında başlamış eğitime 7, kaç yaşında 21.. 21-7= 14 yıl yapar... 14 yılın, 8 yılı ilk öğretim, 4 yılı orta öğretim ve, şimdilik 2 yılı üniversite olduğunu baz alırsak, 12 yılda öğrendiği absürd bilgileri 2 yıllık kavrama becerisiyle çürütmüş ve değiştirmiştir. basit bir denklemle 14'e yüzde yüz dersek bunun 12 yılı yüzde 85 yaparki bu ürküten bir rakamdır. ancak tabiki bu 12 yıllık eğitimde oluşan eğitim ve öğrenim temeli boşa geçmemiştir, ancak üzerine çıkılan katlar temelin sağlamlığını gölge düşürmüş ve binayı komple yıkılma tehlikesi altına almıştır. (bkz: ikiz kuleler)...
işte tüm bu gerçekler karşısında; ülkesindeki gençliği görüp; en cahilinden en alimine kadar gözlemyebilme yetisine sahip herkesin göreceği bu farkında olmadan üzerimize uygulanan kapitalizmin getirdiği emparyalist akım, ülkemin taze beyinlerine gün ve gün çelme çakmaktadır. şu ana kadar yıkılmamasının tek sebebi bir yürek olabilme başarısı olsa dahi, artık bu oyunlara yenik düşmek üzere olan bireyin sarfettiği cümledir. ve direkt olarak dostuna söyler, çünkü bu oyunlar karşısında tek yürek olabilmek istemekte, herkesin bilinçlenmesini kendine düstur etmektedir. yorgunum dostlarım yorgunum artık...
meraklısına ;
(bkz: hindistan eğitim sistemi)
(bkz: kapitalizm)
(bkz: emperyalizm)
(bkz: ikiz kuleler)
(bkz: bir yürek olabilme başarısı)
self ayar;
(bkz: klavye kahramanı)
'eskiden günümüze'
bir erkeği erkek yapan kavramlar arasındaydı askerlik anıları. askerlik anılarından sonra ise eğer eğitim ve öğretim hayatını yüksek öğretim kurumlarında yapmış ise bunlar alırdı bize anlatılanlar arasında yerini. malum, darbelerle, olaylarla, kavgalarla büyüdü babalarımız... hani şimdide çok farklı değil ama...
neden askerlik örneğini verdim yahut olayı erkeklere indirgedim. şöyle ki; vakti zamanında erkek olmak, askere gitmek bir ayrıcalıktı, bol bol bazukalı fotoğraflar çekilinir, itinayla anılar birer birer beyne not edilirdi. işbu sebeple çok yakın görüyorum eskilerde üniversiteli olmakla yine eskilerde erkek olmayı. elindeki haklar, imkanlar, şartlar, olanaklar hadi şartlar ve olanaklar sizin olsun ayrıcalıklardan bahsetmek bana yeter.
genelde ailenin ilk okumuş çocuklarıydılar. gıpta ile bakılırdı kendilerine, belkide o zamanlar paraya bu kadar tapılmadığından kaynaklansa gerek statü sembollerinden başlıcalılarındandı, hatta ipi göğüsleyendi.
ancak yıllar hızlıca geçmeye başlayınca birer ikişer, paralı mektepler çıkıp, eğitim en büyük ticari kazançlardan biri gözükmeye başlayınca. işte orada ...
'zamane gençliği'
bahsettiğimiz üniversite kapılarında sürünen, yalpayalan, amaçlarından sapmış yahut saptırılmış yaşıtlarım olunca daha bir geriliyor insan yazarken. nasıl başlasam nasıl devam ettirsem diye kara kara düşündürtüyor. evet sanırım anahtar kelimeyi buldum arada. kara kara düşünmek. niçin ve niye ? şöyleki bir türlü getirilemeyen eğitim reformu! ne yapacağım endişesi ve ekonomik özgürlüğü ya da en azından açlık sınırının biraz ilerisinde olabilme kaygısı ile tek yol okumak! yanılgısına düşmek... türlü türlü komplo teorilerimde yok değil hani. eğitimi ve öğretimi sağlamak adına harcanan çuvallarca para, kaybedilen onlarca emek ve zaman. işte tüm bunların nedeni arz talep denkleminden çıkan toplumda daha fazla üniversiteli yaratabilme mantığına kaptırıyorum kendimi.
'üniversite nedir ve nasıl yenilir' ?
yüzeysel bir tanımla üniversitelilerin oluşturduğu topluluğa üniversite diyebiliriz sanırım. akabinde üniversiteyi öncesi ve sonrası olarak ayırırsak, daha doğrusu üniversitelileri önceleri ve sonraları diye ayırırsak şöyle izah edebiliriz üzerinde durmamız gereken konuyu; sıradanlaşma. basit bir örnekle önceleri bursa'da yaşayanlarımız bilirler. zafer plaza tek avm'miz idi. daha sonraları müşteri potansiyelinin farkına varan çağdaşlaşmış yatırımcılar tarafından birbiri arkasına açılan yepyeni ve herseferinde bir adım daha ileriye giden bu kültür, zamanla zafer plazayı tek olmaktan çıkarmış bir sürü alternatif sunarak "sıradanlaştırmıştır."
'günden güne eriyen idealizm'
az öncede bahsettiğimiz gibi, üniversiteyi üniversite yapan olgunun üniversitelinin, teknolojinin ilerlemesiyle olanaklarının genişlemesi, genişletilmesi tüm bu olanaklara rağmen beyni bir nevi sömürgecilik politikasıyla hindistana uygulanan genç yaşta gereksiz bilgilerle beyne gereksiz meşgaleler yaratılması ve bunları kullanmaktan ziyade ezberlemeyi öngeren çarpık eğitim sistemi hem biz gençleri hem sokakta ne yazık ki işsiz dolaşan ve artık işsizlik canına tak etmiş " ne iş olursa yaparım abi " diyebilen üniversite gençliğini dolayısıylada üniversitelerimizi sıradanlaştırıyor.
halbuki, bizde genç yaşlarda mesleki bilgiler alsak, para vermeden mesleğinin ehli "kişisel gelişim" uzmanlarıyla, rehber öğretmenlerle içli dışlı olsak. üniversite okuma zaruretini gençlerimiz kendilerinde görmese, üniversitelerimizde misyoni gereği bilim adamları yetiştirse. hem önünde düğme ilikleyeceğimiz şahsiyetlerin sayısı artar, hemde herkes becerebileceği ve ilaveten mutlu olabileceği işi yapar. ve madem sıradanlaşıyoruz buna sadece mutluluğun sıradanlaşması mahlasını taksak, gerçekten hoş olmaz mıydı ? şöyle bir alışsak gülmeye, gerisi kolay...
'zorunlu tanım': üniversitede eğitim almak üzere giden gençliğin titreyip kendine gelip, okumak ile okumamak arasında çizginin aslında çokta kalın olmadığını görmesidir.
bir erkeği erkek yapan kavramlar arasındaydı askerlik anıları. askerlik anılarından sonra ise eğer eğitim ve öğretim hayatını yüksek öğretim kurumlarında yapmış ise bunlar alırdı bize anlatılanlar arasında yerini. malum, darbelerle, olaylarla, kavgalarla büyüdü babalarımız... hani şimdide çok farklı değil ama...
neden askerlik örneğini verdim yahut olayı erkeklere indirgedim. şöyle ki; vakti zamanında erkek olmak, askere gitmek bir ayrıcalıktı, bol bol bazukalı fotoğraflar çekilinir, itinayla anılar birer birer beyne not edilirdi. işbu sebeple çok yakın görüyorum eskilerde üniversiteli olmakla yine eskilerde erkek olmayı. elindeki haklar, imkanlar, şartlar, olanaklar hadi şartlar ve olanaklar sizin olsun ayrıcalıklardan bahsetmek bana yeter.
genelde ailenin ilk okumuş çocuklarıydılar. gıpta ile bakılırdı kendilerine, belkide o zamanlar paraya bu kadar tapılmadığından kaynaklansa gerek statü sembollerinden başlıcalılarındandı, hatta ipi göğüsleyendi.
ancak yıllar hızlıca geçmeye başlayınca birer ikişer, paralı mektepler çıkıp, eğitim en büyük ticari kazançlardan biri gözükmeye başlayınca. işte orada ...
'zamane gençliği'
bahsettiğimiz üniversite kapılarında sürünen, yalpayalan, amaçlarından sapmış yahut saptırılmış yaşıtlarım olunca daha bir geriliyor insan yazarken. nasıl başlasam nasıl devam ettirsem diye kara kara düşündürtüyor. evet sanırım anahtar kelimeyi buldum arada. kara kara düşünmek. niçin ve niye ? şöyleki bir türlü getirilemeyen eğitim reformu! ne yapacağım endişesi ve ekonomik özgürlüğü ya da en azından açlık sınırının biraz ilerisinde olabilme kaygısı ile tek yol okumak! yanılgısına düşmek... türlü türlü komplo teorilerimde yok değil hani. eğitimi ve öğretimi sağlamak adına harcanan çuvallarca para, kaybedilen onlarca emek ve zaman. işte tüm bunların nedeni arz talep denkleminden çıkan toplumda daha fazla üniversiteli yaratabilme mantığına kaptırıyorum kendimi.
'üniversite nedir ve nasıl yenilir' ?
yüzeysel bir tanımla üniversitelilerin oluşturduğu topluluğa üniversite diyebiliriz sanırım. akabinde üniversiteyi öncesi ve sonrası olarak ayırırsak, daha doğrusu üniversitelileri önceleri ve sonraları diye ayırırsak şöyle izah edebiliriz üzerinde durmamız gereken konuyu; sıradanlaşma. basit bir örnekle önceleri bursa'da yaşayanlarımız bilirler. zafer plaza tek avm'miz idi. daha sonraları müşteri potansiyelinin farkına varan çağdaşlaşmış yatırımcılar tarafından birbiri arkasına açılan yepyeni ve herseferinde bir adım daha ileriye giden bu kültür, zamanla zafer plazayı tek olmaktan çıkarmış bir sürü alternatif sunarak "sıradanlaştırmıştır."
'günden güne eriyen idealizm'
az öncede bahsettiğimiz gibi, üniversiteyi üniversite yapan olgunun üniversitelinin, teknolojinin ilerlemesiyle olanaklarının genişlemesi, genişletilmesi tüm bu olanaklara rağmen beyni bir nevi sömürgecilik politikasıyla hindistana uygulanan genç yaşta gereksiz bilgilerle beyne gereksiz meşgaleler yaratılması ve bunları kullanmaktan ziyade ezberlemeyi öngeren çarpık eğitim sistemi hem biz gençleri hem sokakta ne yazık ki işsiz dolaşan ve artık işsizlik canına tak etmiş " ne iş olursa yaparım abi " diyebilen üniversite gençliğini dolayısıylada üniversitelerimizi sıradanlaştırıyor.
halbuki, bizde genç yaşlarda mesleki bilgiler alsak, para vermeden mesleğinin ehli "kişisel gelişim" uzmanlarıyla, rehber öğretmenlerle içli dışlı olsak. üniversite okuma zaruretini gençlerimiz kendilerinde görmese, üniversitelerimizde misyoni gereği bilim adamları yetiştirse. hem önünde düğme ilikleyeceğimiz şahsiyetlerin sayısı artar, hemde herkes becerebileceği ve ilaveten mutlu olabileceği işi yapar. ve madem sıradanlaşıyoruz buna sadece mutluluğun sıradanlaşması mahlasını taksak, gerçekten hoş olmaz mıydı ? şöyle bir alışsak gülmeye, gerisi kolay...
'zorunlu tanım': üniversitede eğitim almak üzere giden gençliğin titreyip kendine gelip, okumak ile okumamak arasında çizginin aslında çokta kalın olmadığını görmesidir.
kızılay'ın tüyleri diken diken eden son reklam kampanyasının müthiş sloganıdır.
şimdi başlayalım iki kelam laf etmeye. basit düşünerek başlamak istiyorum her nedense. ülke nüfusumuzu bir hesap edelim. öyle küsüratlara filan gerek yok, hatta bir klişe işimizi fazlasıyla görecektir, yetmiş milyon. evet dile kolay yetmiş milyon hatta birde rakamla yazayım belki arkasındaki "sıfır"lar ne denli bir rakam olduğunu gözlere daha anlaşılır sunabilir, hazır olun yazıyorum, 70.000.000. dile kolay bir rakam. bir değil iki değil tam yetmiş milyon bir nüfusa sahip ülkeyiz. şimdi bu rakam olayını neden bu kadar uzattığıma gelelim. efendiler. 70 milyonluk bir ülkenin çeyreği kan verse (basit hesaplarla gidiyoruz) yaklaşık 35 milyon ünite kan çıkar hali hazırda. (bir bireyin verebileceği kan yaklaşık 3 ila 4 ünite olup bu hesapta 2 üniteden hesaplanmıştır) bu 35 milyon ünite kan ise uzunca bir solukta ve büyükçe bir yelpazede bizleri dizginleyebileceği gibi canlara can katacaktır...
gelelim vatandaşın üstüne düşeni yaptığına ve gerekli kanı sağlamak için birbiriyle yarıştığına *, böyle bir durumda kızılayın alması gereken önlemler gereğinden fazladır. çünkü kişi sayısının birden artması (öyle farzettiğimizden) gerekli şırınga eksikliğine yol açabilir. tabi hijyenize edilmemiş şırıngalar yüzünden hatta ve hatta bu şırıngaların kızılay tarafından geçenlerde kullanılıp gencecik bir insana hiv virüsünü kaptırdığını unutmamız gerekiyor. ha bu demek değil ki kızılaydan korkup kan vermeyelim, aksine kan vermeye giderken kızılayın kusurlarını sağda solda klavye kahramanlığı yapacağımıza yetkililere bildirmek hem bizler açısında hem kızılay açısından hemde bizim kanımıza ihtiyacı olan fertler açısından inanılmaz bir önem taşıyacaktır.
son olarak; kan vermekten çekinenlere ufak bir hatırlatma yapmak ister bu bünye. der ki yarın öbürgün (allah muhafaza) 1.derece akrabalarımızdan birisine kan lazım olduğunda yardımına o veya bu şekilde koşacak kızılay'a şu an yardım etmemek hangi izaha sığar. unutulmamalıdır ki "sevdik vermeden, sevdik alınmaz".
şimdi başlayalım iki kelam laf etmeye. basit düşünerek başlamak istiyorum her nedense. ülke nüfusumuzu bir hesap edelim. öyle küsüratlara filan gerek yok, hatta bir klişe işimizi fazlasıyla görecektir, yetmiş milyon. evet dile kolay yetmiş milyon hatta birde rakamla yazayım belki arkasındaki "sıfır"lar ne denli bir rakam olduğunu gözlere daha anlaşılır sunabilir, hazır olun yazıyorum, 70.000.000. dile kolay bir rakam. bir değil iki değil tam yetmiş milyon bir nüfusa sahip ülkeyiz. şimdi bu rakam olayını neden bu kadar uzattığıma gelelim. efendiler. 70 milyonluk bir ülkenin çeyreği kan verse (basit hesaplarla gidiyoruz) yaklaşık 35 milyon ünite kan çıkar hali hazırda. (bir bireyin verebileceği kan yaklaşık 3 ila 4 ünite olup bu hesapta 2 üniteden hesaplanmıştır) bu 35 milyon ünite kan ise uzunca bir solukta ve büyükçe bir yelpazede bizleri dizginleyebileceği gibi canlara can katacaktır...
gelelim vatandaşın üstüne düşeni yaptığına ve gerekli kanı sağlamak için birbiriyle yarıştığına *, böyle bir durumda kızılayın alması gereken önlemler gereğinden fazladır. çünkü kişi sayısının birden artması (öyle farzettiğimizden) gerekli şırınga eksikliğine yol açabilir. tabi hijyenize edilmemiş şırıngalar yüzünden hatta ve hatta bu şırıngaların kızılay tarafından geçenlerde kullanılıp gencecik bir insana hiv virüsünü kaptırdığını unutmamız gerekiyor. ha bu demek değil ki kızılaydan korkup kan vermeyelim, aksine kan vermeye giderken kızılayın kusurlarını sağda solda klavye kahramanlığı yapacağımıza yetkililere bildirmek hem bizler açısında hem kızılay açısından hemde bizim kanımıza ihtiyacı olan fertler açısından inanılmaz bir önem taşıyacaktır.
son olarak; kan vermekten çekinenlere ufak bir hatırlatma yapmak ister bu bünye. der ki yarın öbürgün (allah muhafaza) 1.derece akrabalarımızdan birisine kan lazım olduğunda yardımına o veya bu şekilde koşacak kızılay'a şu an yardım etmemek hangi izaha sığar. unutulmamalıdır ki "sevdik vermeden, sevdik alınmaz".
özellikle genç kuşak olarak tabir edilen 20 ila 40 yaşlar arası kesimin, toplumun çarklarına çomak sokacak hareketleriyle paralel olarak kamuya açık alanlarda göreceğimiz riyakarlıklar ile başgösteren işbu sebeplede insanı korkutan ve şüpheye sürükleyen, kendi olma, amaç uğruna yaşama fikrinin günden güne çürümesidir.
evvel zaman kalbur saman içinde var olan dedelerimizden duymuştuk biz en son idealizmi. teker teker seçilmişti vekillerim yurdumun dört bir yanından. meclisi kurup; turgut özakman'ın güzel üslubunda anlattığı çılgın türkler'deki gibi kaderimizi çizeceklerdi baştan. oralarda kalmıştı boyun eğmezliğimiz. gizlice yapılan antlaşmalarda lehimizi olmasına rağmen kabul etmemeyi öğrenmiş idik biz. ne ziya gökalpler korktu istanbul'a rağmen ankaraya gelmeye ne halide edip hanımlar.
şimdilerde ise kafaların her kaldırıldığını türlü dolambaçları görüyoruz, kültürparklara kurulu olmuş hayatımız dönme dolap misali. yok efendiler yok. idealiz artık yok. çok net giriş oldu aslında sonda söyleyecektim ben bunu ama dayamadım...
okullarda, hastanelerde en kutsal meslek olarak tabir ettiğimiz öğretmenlerimiz doktorlarımız bile gencecik fidanlar eğitecekken yahut hayat kurtaracakken bile parayı seçer olmuş. hangi firma hangi kitabı seç der komisyon verilirse o yardımcı kaynak seçilir, hangi ilaç firması promosyonlu ilaç verip, komisyonunu arttırırsa o hastaya verilir olmuş. kısacası etik davranışlara hançer misali saplanır olmuş bünyelerdeki para hırsı.
peki ya nedenler ? başlıca idealizmi eriten kaptilazimdir ey ahali. yeşilin rengi namusun şerefin yerini çoktan ele geçirmiş; miras uğruna anaları evlatları ayırır olmuş. polisimin içindeki çatlak yumurtular hırsız liderlerinin sus paylarıyla kapamış çenelerini, askerimin içine dahi bölücüler girmiş iken, idealizmden bihaber yetişen üniversite gençliğiyle boğuşurken elbet nedenleri bilsekte elimizden bir şey gelmiyor diyeceğimi düşünsenizde yanılgıya varacaksınız. zira biz öyle bir tembel toplum olmaya alışmışız ki her şeye bahane bulup, x elden gidiyor derken, bizi anlayacak yok derken daha da bir kabuğumuza çekilip meydanı boş bıraktığımızdan bu nedenlere köstek yerine destek olmaktayız.
ancak bir titreyip kendimize gelsek, özümüze dönsek, ah işte o zaman avrupa birliği, asya birliği ne olaki. biz bize yeter artarız bile.
seviyorum sizi.
evvel zaman kalbur saman içinde var olan dedelerimizden duymuştuk biz en son idealizmi. teker teker seçilmişti vekillerim yurdumun dört bir yanından. meclisi kurup; turgut özakman'ın güzel üslubunda anlattığı çılgın türkler'deki gibi kaderimizi çizeceklerdi baştan. oralarda kalmıştı boyun eğmezliğimiz. gizlice yapılan antlaşmalarda lehimizi olmasına rağmen kabul etmemeyi öğrenmiş idik biz. ne ziya gökalpler korktu istanbul'a rağmen ankaraya gelmeye ne halide edip hanımlar.
şimdilerde ise kafaların her kaldırıldığını türlü dolambaçları görüyoruz, kültürparklara kurulu olmuş hayatımız dönme dolap misali. yok efendiler yok. idealiz artık yok. çok net giriş oldu aslında sonda söyleyecektim ben bunu ama dayamadım...
okullarda, hastanelerde en kutsal meslek olarak tabir ettiğimiz öğretmenlerimiz doktorlarımız bile gencecik fidanlar eğitecekken yahut hayat kurtaracakken bile parayı seçer olmuş. hangi firma hangi kitabı seç der komisyon verilirse o yardımcı kaynak seçilir, hangi ilaç firması promosyonlu ilaç verip, komisyonunu arttırırsa o hastaya verilir olmuş. kısacası etik davranışlara hançer misali saplanır olmuş bünyelerdeki para hırsı.
peki ya nedenler ? başlıca idealizmi eriten kaptilazimdir ey ahali. yeşilin rengi namusun şerefin yerini çoktan ele geçirmiş; miras uğruna anaları evlatları ayırır olmuş. polisimin içindeki çatlak yumurtular hırsız liderlerinin sus paylarıyla kapamış çenelerini, askerimin içine dahi bölücüler girmiş iken, idealizmden bihaber yetişen üniversite gençliğiyle boğuşurken elbet nedenleri bilsekte elimizden bir şey gelmiyor diyeceğimi düşünsenizde yanılgıya varacaksınız. zira biz öyle bir tembel toplum olmaya alışmışız ki her şeye bahane bulup, x elden gidiyor derken, bizi anlayacak yok derken daha da bir kabuğumuza çekilip meydanı boş bıraktığımızdan bu nedenlere köstek yerine destek olmaktayız.
ancak bir titreyip kendimize gelsek, özümüze dönsek, ah işte o zaman avrupa birliği, asya birliği ne olaki. biz bize yeter artarız bile.
seviyorum sizi.
hürriyet gazetesinin "eğitim" temalı insan hakları kapsamında kişileri düşnmeye iten ironi dolu reklamının ana fikridir.
işin eleştirel yönünü bir kenara bırakır da reklam filmine gelecek olursak, kısaca bir özetlemek gerekecek. fatma isimli okul çağında ki kız çocuğu annesi tarafından sabahın köründe kaldırılır. sonra hanım kızımız bir güzel kalkar kahvaltı hazırlar, önlük ütüler sonra kapı açılır okula gitmek üzere işte orası şok edicidir. çat erkek kardeşi fatma'ya omuz atarak kapıdan çıkar ve okula doğru yol alır. fatma hafif nemli gözlerle el sallar arkasından...
evet biraz tüyleri diken diken etmektedir kendisi. biraz acı yönleri hayatın diyecekleriniz olacak aslında hayatın acı yönlerinden ziyade hayatın gerçekleri. bir aralar baba beni okula gönder ile başlayan sosyal sorumluluk projeleri kardelen ile daha kapsamlı bir hale gelsede ne yazık ki henüz kurtaramadığımız * bölge olarak tabir ettiğimiz doğu bölgelerinde her zaman 2. sınıf insan muamelesi gören kız evlatlarımızın varlığından bihaber gibi davranmak ne kadar adil kılar hayatta bizi tartışılır...
oysa biz atatürk gençliği olarak daha bir önem vermeliydik. daha bir eşitliği sağlamak adına sağlam adımlar atmalı, daha elle tutulur, gözle görülür icraatlarda bulunmamız gerekirdi, kadın-erkek eşitliğinde. halbuki çanakkale savaşından başlayarak yakın tarihimizde hep bizleri asıl omuzlayanlardı, o eğitim hakkını bir şekilde çaldıklarımız. ama bizim yaptıklarımız, sadece lafta kalan söylemlerimiz, attığımız naralar hani nerede ? yüzde yüz okuma yazma oranına sahip olmadan, çocuğunu yetiştirecek anne cahil olduktan sonra nasıl olabilir ki refah seviyesi, gelir seviyesi yüksek bir medeni ulus. olmaz kardeşim olmaz.
isyan etmek tabi ki en basiti. çözüm getirmek gerek. bir şeyler yapabilmek. peki nasıl kişilere eğitim hakları kazandırılabilir. bunun da cevabı basit aslında yine eğitimle. senin yıllarca eğitim hakkını sağladığın öğretmenin doğu bölgelerine gitmesin sonra eğitim hakkını x yerdeki filanca çevredeki çocuklar okutulmuyor diğe ağıt yaksınlar. olmaz ki bu iş böyle. önce elini kalbine koymalı insanoğlu. hatalarım nerede? nerede düzenlemeler yapmalıyım demeli. idealizm'i eritmemeli günden güne. korkmamalı görevden, kaçmamalı. sen öğretmedim, ben öğretmedim, o öğretmedi ya da eğitmedi. ee biz nasıl aşacağız bu sorunu. zaten o veya bu şekilde cahil bir kesim olarak hitap ettiğimiz gerçeği var ki zaten okula göndermeyen ana baba elbet cahildir hele hele oğullarını gönderip kızlarını göndermiyorsa hepten cahil hatta geri kafalıdır ama sen eğitime onlarla başlamazsan. daha çok canlara kıyılır bu vatanda. daha çok mehmed'im ölür dağlarda. daha çok kız çocuğu eğitimsiz kalır o diyarlarda. ve onların doğuracakları da böyle gelmiş böyle gidecekçilik oynayanlarca hayattan ekarte edilir, sonra olan yine sınıf ayrımı yapabilmeyi yeti sanan "okumuşlara" geçer. bu böyle uzar da gider.
işin eleştirel yönünü bir kenara bırakır da reklam filmine gelecek olursak, kısaca bir özetlemek gerekecek. fatma isimli okul çağında ki kız çocuğu annesi tarafından sabahın köründe kaldırılır. sonra hanım kızımız bir güzel kalkar kahvaltı hazırlar, önlük ütüler sonra kapı açılır okula gitmek üzere işte orası şok edicidir. çat erkek kardeşi fatma'ya omuz atarak kapıdan çıkar ve okula doğru yol alır. fatma hafif nemli gözlerle el sallar arkasından...
evet biraz tüyleri diken diken etmektedir kendisi. biraz acı yönleri hayatın diyecekleriniz olacak aslında hayatın acı yönlerinden ziyade hayatın gerçekleri. bir aralar baba beni okula gönder ile başlayan sosyal sorumluluk projeleri kardelen ile daha kapsamlı bir hale gelsede ne yazık ki henüz kurtaramadığımız * bölge olarak tabir ettiğimiz doğu bölgelerinde her zaman 2. sınıf insan muamelesi gören kız evlatlarımızın varlığından bihaber gibi davranmak ne kadar adil kılar hayatta bizi tartışılır...
oysa biz atatürk gençliği olarak daha bir önem vermeliydik. daha bir eşitliği sağlamak adına sağlam adımlar atmalı, daha elle tutulur, gözle görülür icraatlarda bulunmamız gerekirdi, kadın-erkek eşitliğinde. halbuki çanakkale savaşından başlayarak yakın tarihimizde hep bizleri asıl omuzlayanlardı, o eğitim hakkını bir şekilde çaldıklarımız. ama bizim yaptıklarımız, sadece lafta kalan söylemlerimiz, attığımız naralar hani nerede ? yüzde yüz okuma yazma oranına sahip olmadan, çocuğunu yetiştirecek anne cahil olduktan sonra nasıl olabilir ki refah seviyesi, gelir seviyesi yüksek bir medeni ulus. olmaz kardeşim olmaz.
isyan etmek tabi ki en basiti. çözüm getirmek gerek. bir şeyler yapabilmek. peki nasıl kişilere eğitim hakları kazandırılabilir. bunun da cevabı basit aslında yine eğitimle. senin yıllarca eğitim hakkını sağladığın öğretmenin doğu bölgelerine gitmesin sonra eğitim hakkını x yerdeki filanca çevredeki çocuklar okutulmuyor diğe ağıt yaksınlar. olmaz ki bu iş böyle. önce elini kalbine koymalı insanoğlu. hatalarım nerede? nerede düzenlemeler yapmalıyım demeli. idealizm'i eritmemeli günden güne. korkmamalı görevden, kaçmamalı. sen öğretmedim, ben öğretmedim, o öğretmedi ya da eğitmedi. ee biz nasıl aşacağız bu sorunu. zaten o veya bu şekilde cahil bir kesim olarak hitap ettiğimiz gerçeği var ki zaten okula göndermeyen ana baba elbet cahildir hele hele oğullarını gönderip kızlarını göndermiyorsa hepten cahil hatta geri kafalıdır ama sen eğitime onlarla başlamazsan. daha çok canlara kıyılır bu vatanda. daha çok mehmed'im ölür dağlarda. daha çok kız çocuğu eğitimsiz kalır o diyarlarda. ve onların doğuracakları da böyle gelmiş böyle gidecekçilik oynayanlarca hayattan ekarte edilir, sonra olan yine sınıf ayrımı yapabilmeyi yeti sanan "okumuşlara" geçer. bu böyle uzar da gider.
1983 doğumlu lübnanlı sanatçı. 16 yaşında iken katıldığı bir yarışma programını kazandıktan sonra lübnan'ın en genç şarkıcısı oldu. 2003 yılında sharam el sheikh'te ?oscar video clips? festivalinde 2003 yılının en iyi arap şarkıcısı unvanını aldı. gerek fiziği gerekse sesi ile izleyenlerde ve dinleyenlerde diğer arap sanatçılardan farklı izler bırakması muhtemeldir. tavsiye edilir.
dünyanın uzaylılar tarafından işgalinden sonra direnen bir avuç askerin efsanevi hikayesini anlatan oyun.
alfabemizin ve bir çok başka alfabelerin ilk harfi. kelimelerin çoğunda diğer harflere göre daha fazla kullanılan harf.
bir zamanlar istanbulda heavy metal hakkında gerçek ve ilginç haberlerin bulunabileceği nadir dergilerden biriydi.
çaresizliğin ikinci adıdır. dönüşü yoktur, acıtır, telafisi olmayan pişmanlık çeşididir.
saf , yalın anlamındadır. bekarlar için de kullanılır.
allah'a yakın mekan , allah'a yakın olanların bulunduğu mekan anlamında bir kelimedir.
istanbul menşeli en güzel heavy metal dergilerinden biridir ve hatta en eskisi de denilebilir.
gerçekleştiren kişi için orgazm olmak kadar rahatlatıcı olmakla beraber, etraftakilerin hakaretlerle dolu sözlerine maruz kalınabilecek eylemdir.
bulamamak , yerini hatırlamamak . (bkz: son pişmanlık)
kimse yoksa rahat rahat yapıp kendi kendinizi eğlendirebileceğiniz bir olaydır.
tosun ve arkadaşlarından oluşan yazar gurubu.